Yazar "Çevik, Cengiz" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 17 / 17
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Comparison of mean platelet volume values between patients with nasal polyp and healthy individuals(2013) Çevik, Cengiz; Yengil, Erhan; Akbay, Ercan; Arlı, Cengiz; Gülmez, Mehmet İhsan; Akoğlu, ErtapAmaç: Nazal Polip (NP) Allerjik Rinit (AR) sıklıkla birlikte görülür. Allerjik hastalarda ateroskleroz riskinde artış olduğu bildirilmektedir. Çalışmamızda aterosklero- zun bir belirteci olarak kullanılan Mean Platelet Volume (MPV) değerlerini nazal polip hastalarında incelemeyi amaçladık. Yöntemler: Nazal polip tanısıyla fonksiyonel endoskopik sinüs cerrahisi (FESC) yapılan 75 hasta değerlendirildi. Aynı yaş grubundan AR şikayeti olmayan sağlıklı 75 bi- reyin verileri kontrol gurubu olarak incelendi. Beyaz kan hücresi (WBC), trombosit (PLT), Hemoglobülin (Hb) ve MPV değerleri ayrı ayrı kaydedildi. Bulgular: MPV değerleri nasal polipli hastalarda 7,89±1,02 fL, kontrol hastalarında 8,32±1,42 fL idi. İstatistiksel olarak anlamlılık tespit edildi. Sonuç: Çalışmamızda sonuç olarak NP hastalarındaki kontrol grubuna oranla MPV değeri düşük tespit edildi.Öğe Intramuscular cavernous hemangiomas arising from masseter muscles(2012) Bayaroğulları, Hanifi; Çokkeser, Yaşar; Akbay, Ercan; Karaoğlu, Ece; Karaoğlu, Emre; Çevik, CengizTüm hemanjiyomların %1’ini oluşturan intramuskuler hemanjiyomalar nadir görülen benign tümörlerdir. Sıklıkla gövde ve ekstremitelerde görülebilmektedir. Masseter ve trapezius kaslarından köken alabilen bu oluşumlar baş ve boyun bölgesinde nadir izlenmektedir. Hastalar genellikle parotis ve yüz bölgesinde zamanla büyüyen ağrısız kitleden şikayet eder. Lokalizasyonundan dolayı intramuskuler hemanjiyomaların %90’ında klinik olarak yanlışlıkla parotis kitlesi tanısı konulabilir. Bu kitlelerin tanısında görüntüleme yöntemleri önemli yer tutar.Öğe Larenks kanserlerinde, servikal metastaz sıklığı ile tümöre ait faktörlerin ilişkisi ve bu olguların cerrahi tedavi sonuçları(2012) Şengül, Engin; Bağlam, Tekin; Çevik, Cengiz; Arıkan Şengül, Cemile; Kara, Ferit; Abidin Karataş, Zeynel; Kanlıkama, MuzafferAmaç: Çalışmamızda larenkste tespit edilen primer tümörün lokalizasyonu, büyüklüğü, evresi, histopatolojik diferansias- yon derecesi, tutmuş olduğu anatomik yapı ile boyun metas- tazı arasındaki ilişkisi ve tümörün evresinin sağkalım üzerine olan etkisini araştırdık. Gereç ve yöntem: Kliniğimizde 2000-2010 yılları arasında larenks kanseri nedeniyle primer tedavi olarak cerrahi (total veya parsiyel larenjektomi) uygulanmış olan, gerektiğinde boyun diseksiyonu yapılan ve gerektiğinde postoperatif rad- yoterapi uygulanan 333 hastanın dosyaları incelendi. Hasta- ların yaşı, cinsiyeti, tümörün lokalizasyonu, tümörün büyük- lüğü, tümörün evresi, histopatolojik diferansiasyon derecesi, preoperatif pozitif lenf nodu bulunup bulunmadığı, yapılan ameliyatlar, ameliyat bulguları ve postop spesmenin histopa- tolojik değerlendirme sonuçları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Tümörün yerleşim bölgesine göre; vakaların 172’si (%51.6) glottik, 108’i (%32.4) supraglottik, 53’ü (%15.9) ise transglottik yerleşimliydi. Glottik tümörlerde %18.6 oranında servikal metastaz, %11 oranında occult metastaz tespit edilir- ken, supraglottik tümörlerde %45.3 oranında servikal metas- taz, %24 oranında occult metastaz tespit edildi. Transglottik tümörlerde ise %49 oranında servikal metastaz, %22.6 ora- nında occult metastaz tespit edildi. 333 hastanın 41’i (%12.3) postoperatif nüks etti. Ayrıca 333 hastanın 111’ine de posto- peratif radyoterapi önerildi. Sağkalım oranı 50. ayda %75,4 ve kümülatif sağkalım oranı %68,9 olarak tespit edildi. Sonuç: Sonuç olarak, optimal tedavinin tartışmalı olduğu, N0 larenks kanserlerinde yüksek occult metastaz riski düşünülen durumlarda, tümörün anatomik olarak yerleşim yerine göre unilateral veya bilateral elektif boyun diseksiyonu yapılması uygundur. Bunlara ek olarak tümör evresi arttıkça sağkalım oranlarının da belirgin bir şekilde düştüğü gözlemlenmiştir.Öğe Larenks kanserli hastalarda servikal metastazların boyundaki seviyelere göre dağılım sıklığı(2012) Şengül, Engin; Bağlam, Tekin; Çevik, Cengiz; Arıkan Şengül, Cemile; Kara, Ferit; Karataş, Zeynel Abidin; Kanlıkama, MuzafferAmaç: Bu çalışmamızda boyun diseksiyonu yapılan larenks kanserli vakaların boyunda yapmış oldukları servikal metastazlarının boyundaki seviyelere göre dağılım sıklığını incelemeyi amaçladık. Aynı zamanda özellikle preoperatif N0 kabul edilen vakalarda kapsamlı bir boyun diseksiyonu yerine yapılacak olan selektif bir boyun diseksiyonun güvenli bir cerrahi yaklaşım olup olmayacağı araştırıldı. Gereç ve yöntem: Kliniğimizde boyundaki seviyelere göre metastaz sıklığının tespitinde kolaylık sağlaması açısından boyun diseksiyonu sonrası spesmen bölünerek her seviye ayrı ayrı patolojik incelemeye gönderilmektedir. Bizim çalışmamızda 2005 ve 2010 yılları arasında Kulak Burun Boğaz Kliniği’nde larenks kanseri nedeniyle primer tedavi olarak cerrahi (total veya parsiyel larenjektomi) uygulanmış olan ve boyun diseksiyonu yapılan 145 hastanın dosyaları incelendi. Larenks kanseri tanısı almış olup cerrahi tedavide boyun diseksiyonu yapılmayan hastalar çalışmaya alınmadı. Bulgular: Preoperatif N0 vakalarda level I veya Level V tutulumu hiç gözlenmedi. Kontralateral tutulumu olan vakaların hepsinde ipsilateral tutulum da mevcuttu ve bu vakaların hepsi klinik olarak preoperatif N+ vakalardı. 145 vakanın yapmış olduğu servikal metastazların seviyelere göre dağılımı incelendiğinde ise ipsilateral tutulumların 1’inde (%0.6) level IA, 32’sinde (%22) level IIA, 3’ünde (%2) level IIB, 19’unda (%13) level III, 2’sinde (%1.3) level IV, 1’inde (%0.6) level V olduğu gözlenmiştir. Kontralateral tutulumların ise 13’ünde (%8.9) level IIA, 1’inde (%0.6) level III tutulumu olmuştur. Sonuç: Kliniğimizde larenjektomiyle beraber boyun diseksiyonu yapılan 145 larenks karsinomlu hastanın boyun spesmen incelemelerinde en sık metastazın level IIA ve level III’ e olduğu gözlendi. En az metastazın ise level I, level IIB, level IV ve level V’te olduğu gözlendi. Bu sonuçlar ışığında özellikle T1 T2 N0 vakalarda selektif boyun diseksiyonunun (level 2-4) güvenli bir cerrahi yaklaşım olacağı sonucuna varılmıştır.Öğe Mean platelet volume evaluation in patients with nasal polyp : methodological drawbacks ( author’s reply )(2015) Çevik, Cengiz; Yengil, Erhan; Akbay, Ercan; Arlı, Cengiz; Gülmez, Mehmet İhsan; Akoğlu, Ertap…Öğe Melkersson-Rosenthal sendromu(2017) Gülmez, Mehmet İhsan; Okuyucu, Şemsettin; Çevik, CengizMelkersson-Rosenthal sendromu, ağırlıklı olarak dudakları tutan tekrarlayan orofasyal ödem, tekrarlayan fasyal sinir paralizisi ve fissürlü dil triadı ile karakterize bir hastalıktır. Sıklıkla 2. dekatta ortaya çıkmaktadır. En sık görülen bulgu orofasyal ödemdir. Bir diğer bulgu olan fasyal paralizi tipik olarak rekürrendir, unilateral veya bilateral, parsiyel veya komplet olabilir. Fissürlü dil en az rastlanılan bulgudur, konjenital olduğu düşünülmektedir. Melkersson-Rosenthal sendromunun etiyolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte genetik ve çevresel faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir. Sendromun tanısı klinik olarak konur. Tedavide çeşitli medikal ajanlar ve cerrahi yöntemler uygulanabilmekte ise de üzerinde fikir birliğine varılmış bir tedavi prorokolü bulunmamaktadır. Bu olgu sunumunda tanısı geç konulmuş olan ve klasik triadın bir arada görüldüğü bir Melkersson-Rosenthal Sendromu olgusu sunulmuştur.Öğe Metachronous primary cranial tumors : Temporal lobe oligodendroglioma and temporal bone epidermoid carcinoma(2013) Akbay, Ercan; Özgür, Tümay; Çevik, CengizBeyin sol temporal lobunda oligodendroglioma tanısı ile 5 yıl önce opere edilen 41 yaşındaki erkek hastanın aynı taraf orta kulağında orta derecede diferansiye squamöz hücreli karsinom tespit edilmiştir. Farklı patolojilerde birden fazla primer malign tümörün aynı hastada görülmesi sık rastlanılan bulgu değildir. Bu olgunun amacı primer bir tümörün varlığında farklı patolojideki tümörlerin de birlikte olabileceğini hatırlatmaktır.Öğe Rare tumours and tumour-like lesions of pharynx tat cause dysphagia(2013) Bayaroğulları, Hanifi; Çevik, Cengiz; Akbay, Ercan; Çokkeser, YaşarAmaç: Bu makalenin amacı disfaji şikayetleri ile başvuran hastalarda tespit ettiğimiz, farinksin değişik seviyelerinde gözlenebilen çok nadir tümör ya da tümör benzeri kitleleri tartışmaktır. Yöntemler: 2009-2011 yılları arasında hastanemize yut- ma güçlüğü şikayeti ile başvuran hastalar arasında disfajiye sebep olan orofaringeal, hipofaringeal ve laringeal düzeyde kitlesi bulunan 21 vaka teşhis edildi. Detaylı bir anamnez ve fizik muayene ile birlikte tanı amaçlı olarak kontrastlı-kontrastsız Manyetik Rezonans Görüntüleme, Bilgisayarlı Tomografi, 3 boyutlu Bilgisayarlı Tomografi, Multiple row-Detector Bilgisayarlı Tomografi, MR an- jiyografi ve 99m Tc sintigrafi görüntülemeleri kullanıldı. Bulgular: On ikisi kadın ve 9’u erkek 21 hasta calışmaya dahil edildi. Yas ortalamasi 49.23±32.71 idi (min. 15- maks 80). On bir olguda, orafaringeal seviyede, kalan 10 olguda ise laringeal ve hipofaringeal seviyede parsiyel obstrüksiyon saptandı. Sonuç: Endoskopik, radyolojik ve laboratuvar değerlendirmelerle birlikte detaylı hikaye ve muayene, disfajiye sebep olan orafarinks ve boynun az reastlanılan tümör ve tümör benzeri lezyonlarının erken teşhisinde ve tedavi- sinde çok önemlidir.Öğe The reflection of the Syrian civil war on the emergency department and assessment of hospital costs(2013) Karakuş, Ali; Yengil, Erhan; Akkücük, Seçkin; Çevik, Cengiz; Zeren, Cem; Uruç, VedatAMAÇ: Bu çalışmada, Suriye’de yaşanan çatışmalar sonrası hastanemize getirilen olguların demografisi, klinik özellikleri ve yapılan harcamaların değerlendirilmesi amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu amaçla Haziran 2011-Temmuz 2012 yılları arasındaki 14 aylık dönemde hastanemize getirilen 1355 Suriyeli olgunun acil servis girişi olan 482’si çalışmaya alındı. Hastaların bilgisayar verileri geriye dönük olarak incelendi. BULGULAR: Olguların 428’i (%88.8) erkek, 54’ü (%11.2) kadın, yaş ortalamaları 30.4±14.9 yıl (min: 1, maks: 79), erkeklerin yaş ortalaması 30.8±17.2 yıl (min: 1, maks: 79), kadınların yaş ortalaması ise 27.3±16.9 yıl (min: 1.5, maks: 66) olarak belirlendi, cinsiyet bakımından aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptandı (p=0.007). Olguların en çok 21-30 yaş grubunda (%41.1) olduğu belirlendi. En fazla başvurunun 159 (%33) kişiyle Haziran 2011, en az ise beş kişi (%1) ile Eylül 2011’de olduğu tespit edildi. Hastalar 112 Acil Servis ambulansları ile çevre ilçe hastaneleri ve kamplardan getirildi. Acil servise başvuru sebebi en sık 338 olgu (%70.1) ile ateşli silah yaralanması idi. En sık konulan tanı ise ekstremite yaralanmasıydı (153 olgu, %31.7). Adli olgu sayısı 364 (%75.5) tespit edildi. Yüz otuz altı (%28.2) hastanın acil servisde takip ve tedavisi yapıldı. Hastalar en sık ortopedi ve travmatoloji bölümüne yatırılarak tedavi edildi (146 olgu, %30.3). Ortalama yatış süresi 9.9 gün (1-141 gün) idi. 456 olgu (%94.6) taburcu edilirken, 22 olgu (%4.6) öldü, dört olgu (%0.8) ise sevk edildi. Olguların maliyeti ortalama 3723 TL (min: 5 TL, maks: 69556 TL) olarak bulundu. Sürekli değişkenler arası korelasyon testi yapıldığında maliyeti ve yatış süresi arasında pozitif korelasyon saptandı (p=0.000). TARTIŞMA: Getirilen olgular içinde genç erkek ve ateşli silah yaralanması olgularının çokluğu dikkat çekti. Olguların çoğunluğu uygun takip ve tedavi sonrasında taburcu edildi. Alınacak tedbirler sonrasında bu kötü sonuçlar engellenebilecek, önlenebilir maliyetler ortaya çıkmayacak ve ülke bütçelerinin zarar görmesi önlenebilecektir.Öğe Relationship of recurrent aphthous stomatitis with nutritional habits(2015) Özler Soylu, Gül; Akkoca, Ayşe Neslin; Çevik, Cengiz; Yengil, ErhanAmaç: Bu çalışmada geriatrik hasta grubunda reküren aftöz stomatit(RAS) sıklığı ve oral aftların aile öyküsü, boy, kilo, antibiyotik kullanımı, diş fırçalama ve beslenme alışkanlıkları ile ilişkisi araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Altmış beş yaş üstü hastalar çalışmaya dahil edildi. Değerlendirme öncesi olgulara oral aftöz ülser tanımı yapıldı ve fotoğraflardan oluşan bir görsel bilgilendime formu sunuldu. Hastaların yaşı,cinsiyeti,boyu ve kilosu not edildi. Ardından RAS öyküsü sorgulandı ve oral aft öyküsü olanların ülser sıklığı, ülser tipi, ülser yerleşimi, ülserin neden olduğu subjektif semptom, aile öyküsü, antibiyotik kullanım sıklığı, diş fırçalama alışkanlığı ve beslenme alışkanlıkları bir anket ile değerlendirildi. Bulgular: Seksen hasta çalışmayı tamamladı. Olguların %31, 5' i reküren oral ülser tarifledi. Olguların %44'ü tarafından tanımlanan ağrı en sık görülen subjektif semptom idi. Olguların % 15'inde aile öyküsü mevcuttu. Antibiyotik kullanım sıklığı ile RAS öyküsü arasında korelasyon saptanmadı. Aynı zamanda, diş fırçalama alışkanlığı ile RAS arasında da korelasyon saptanmadı. RAS' lı grup çay ve asitli içecekleri daha sık tüketirken,süt ve süt ürünlerini, cevizi, ekmek ve diğer tahılları daha nadir tüketmekteydi. Tartışma: Beslenme alışkanlıkları reküren aftöz ülser oluşumunda rol oynayabilir. Bu nedenle riskli besinlerin alımının kesilmesi ve koruyucu besinlerin eklenmesi tedavi periyodunun ilk adımı olabilir.Öğe Santral dev hücreli granülomanın iliak greft ve hareketli yer tutucu aparey ile rehabilitasyonu : olgu sunumu(2014) Damlar, İbrahim; Altan, Ahmet; Yanık, Saim; Arslanoğlu, Zeki; Çevik, CengizAmaç: Santral dev hücreli granüloma sıklıkla mandibula ve maksillada lokalize olan, non-odontojenik patolojik bir lezyondur. Etiyolojisi tam olarak bilinmemektedir. Lezyonun cerrahi olarak uzaklaştırılması en çok uygulanan tedavi yöntemidir. Amacımız bu vakada santral dev hücreli granülomanın iliak greft ve hareketli yer tutucu aparey kullanılarak rehabilitasyonunu rapor etmektir. Vaka raporu: 10 yaşındaki erkek hasta kliniğimize mandibula anterior sol bölgede şişlik şikayetiyle başvurdu. Alınan anamnezde, şikayetin olduğu bölgeye yaklaşık 1 yıl önce cerrahi bir müdahale yapıldığı, fakat şişliğin altı ay önce tekrar oluştuğu öğrenildi. Genel anestezi altında lezyon çıkartıldı. Mandibular sol santral, lateral, kanin ve birinci premolar dişler çekildi. Mandibulada oluşan defekt iliak greftle onarıldı. Çıkarılan kitlenin histopatolojik incelemesi yapıldı ve santral dev hücreli granülom tanısı konuldu. Operasyon sonrası yapılan 12 aylık takipte herhangi bir problemle karşılaşılmadı. Daha sonra hastaya hareketli yer tutucu bir aparey yapıldı. Sonuç: Literatürde santral dev hücreli granülom gibi agresif lezyonların %72 rekürens oranı olduğu görülmektedir. Rekürens gösteren vakalarda kortikostreoid enjeksiyonu, sistemik kalsitonin uygulaması gibi konservatif yöntemlerin başarısı kesin değildir. Cerrahi tedavi çene kemiklerinde major defektlere neden olabilir ve fasiyal konturu bozabilir. Böyle bir durumda defektin iliak greftle tamiri estetik problemleri çözecektir ve protezle rehabilitasyon imkanı sunacaktır.Öğe Thrombectomy approach using pediatric foley catheter in lateral sinus thrombosis developed as a complication of chronic otitis media in a patient with sickle cell anemia(Turkish Society of Cerebrovascular Diseases, 2014) Akbay, Ercan; Çevik, Cengiz; Gülmez, Mehmet Ihsan; Ako?lu, ErtapLateral sinus thrombophlebitis (LST) is a rarely seen intracranial complication of chronic otitis media. Even single case report may guide in this entity given the lack of larger series. In the present manuscript, we will discuss removal of infected thrombus localized in transverse sinus via Foley catheter in a 46-years old man with sickle cell anemia underwent surgery due to LST.Öğe Thyroid gland papillary microcarcinomas diagnosed by extraglandular mass findings(2015) Akbay, Ercan; Çevik, Cengiz; Özler Soylu, Gül; Arlı, CengizTiroid papiller mikrokarsinomları, boyunda lenfatik metastaz yapabildikleri gibi tiroglossal kist zemininde ya da ektopik tiroid bezlerinde de meydana gelebilirler. Bu olgu sunumunun amacı, tiroid bezinde ultrasonografi ile tespit edilebilecek düzeyde herhangi bir kitle bulunmayan ancak se rvikal lenf metastazı nedeniyle yapılan biyopside saptanan ve lateral yerleşimli tiroglossal kist zemininde gelişmiş tiroid papiller karsinomu olarak saptanan iki olguyu tartışmaktır. Sunulan her iki olguda da re -operasyonla yapılan total tiroidektomi spes menlerinde mikrokarsinomlar saptanmıştır. Boyun metastazlarında ve lateral yerleşimli de olsa kistik kitlelerde bu bulguların tiroid papiller karsinomla ilgili olabileceği akılda tutulmalıdır.Öğe Tinnituslu hastalarda trimetazidin hidroklorür kullanımı sonrasında odyolojik testlerin ve VAS skorlarının karşılaştırılması(2012) Çevik, Cengiz; Bağlam, Tekin; Şengül, Engin; Akbay, Ercan; Baysal, Elif; Karataş, Erkan; Kılıç, Ali; Kanlıkama, MuzafferAmaç: Tinnitusun patofizyolojisi tam olarak anlaşılamamış olmakla birlikte işitsel sistemdeki anatomik ve/veya fonksiyonel bir değişim sonucu ortaya çıktığı düşünülmektedir. Bu çalışmada Tinnituslu hastalarda trimetazidin hidroklorür kullanımı sonrasında odyolojik testlerin ve vizüel analog skala (VAS) bulgularının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Bu çalışmaya polikliniğimize tinnitus şikayeti ile başvuran 12 kadın ve 28 erkek olmak üzere toplam 40 hasta dahil edildi. Tedavide 3 ay boyunca düzenli olarak trimetazidin hidroklorür kullanan olgulara ait demografik ve tıbbi özellikler ve tinnitusun değerlendirmeleri kayıt edilmiştir. Hastaların dosyalarından hem tedavi öncesi ve hem de tedavi sonrası saf ses odyogram, tinnitus frekansı ve şiddeti, minimal maskeleme, rezidüel inhibisyon değerleri ve VAS anket formlarındaki değerler de ayrıca değerlendirilmiştir. Bulgular: Yapılan istatistiksel analiz sonucu ilaç kullanımı sonrasında hastaların VAS testindeki tinnitus şiddeti, tinnitus sıklığı, tinnitustan rahatsızlık derecesi ve tinnitusa bağlı dikkat eksikliği şikayetlerinde anlamlı olarak azalma tespit edildi (p=0.000). Hastaların odyolojik testlerinden tinnitus frekansı (p=0.250), tinnitus siddeti (p=0.057), minimal maskeleme seviyesi (p=0.213) ve rezidüel inhibisyon değerlerinde ise ilaç kullanımı sonrasında istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik tespit edilemedi. Sonuç: Üç aylık trimetazidin tedavisinin tinnituslu hastaların şikayetlerinde azalmaya neden olduğu ve odyolojik test sonuçlarında istatistiksel olarak anlamlı bir değişikliğe neden olmadığı görüldü.Öğe Tonsillektomi ve adenotonsillektomi yapılan hastaların endikasyon, komplikasyon, postoperatif sonuçlar ve beklenti -sonuç ilişkileri açısından değerlendirilmesi(2011) Akbay, Ercan; Çokkeser, Yaşar; Karaoğlu, Emre; Çevik, CengizAmaç: Bu çalışmanın amacı, tonsillektomi ve adenotonsillektomi yapılan çocuk hastaların erken ve geç dönem postoperatif sonuçları ile ailelerinin ameliyat sonrası düşüncelerini araştırmak; bulguları hedef – sonuç ilişkisinde değerlendirmektir. Hastalar ve Metod: Çalışmaya Eylül 2008 ile Ekim 2011 tarihleri arasında kliniğimizde tonsillektomi ve adenotonsillektomi yapılan 34'ü erkek(%52.3), 31'i kız(%47.7) olmak üzere 65 çocuk hasta dahil edildi. Hastaların preoperatif yaş ortalaması 7.09±2.30 (min. 4, maks. 13) idi. 11 tanesi (%16.9) kronik/hipertrofik tonsillit, geri kalan 54 tanesi (%83.1) ise adenoid vejetasyon ile birlikte kronik/hipertrofik tonsillit tanısı bulunan çocuklar arasından rastgele seçilerek oluşturuldu. Kontrol amaçlı çağırılan tüm hastaların anamnezleri ve postoperatif şikayetleri anne/babalarından alındı. Çoktan seçmeli ve/veya ucu açık 19 kalem soruyu cevaplamaları istendi. Cevapların ardından hastaların muayeneleri yapılarak son klinik bulguları not edildi. Bulgular: Postoperatif takip süresi ortalama 15.18±7.4 ay(min. 1 – maks. 36) idi. Ameliyatın bizim hastanemizde yapılması için verilen kararda en etkili faktör %55.4 ile fakülte olması iken, bu ameliyata karar verinceye kadar başvurulan KBB uzmanı sayısının ortalama 2.55±1.87 (min. 1 – maks. 10) olduğu öğrenildi. Ameliyatın etkinliği 10 üzerinden ortalama 8.55±1.39 (min. 4 – maks. 10) olarak tespit edildi. Tedavi sonrası hastaların 19'u (%29.2) aynı şikayetlerin devam ettiğini, 36'sı (%55.4) şikayetlerinin tamemen geçtiğini ve 10'u (%15.4) eskisine nazaran daha iyi olduğunu bildirdi. Cerrahi öncesi yaşıtlarına göre gelişme geriliği bulunan 39 hastanın(%60), postoperatif 24'ünde (%61.5) farkedilir bir gelişme olduğu söylendi. 4(%6.2) hasta tekrar başa dönebilseydik bu operasyonu yaptırmazdım yanıtını verdi. Çocukların, 25(%38.5)'inin okul öncesi olduğu, 1(%1.5)'inin özel eğitim öğrencisi olduğu, 19(%29.2)'unun cerrahi sonrası derslerindeki başarının ailenin farkedeceği düzeyde arttığı, 20(%30.8) çocuğun ise ders başarı düzeyinin aynı kaldığı saptandı. Hastaları erken postoperatif dönemde en fazla rahatsız eden semptomlar arasında ilk sırada ağrı(%35), ikinci sırada yutma güçlüğü(%32) ve üçüncü sırada iştahsızlık gelmekteydi(%15). Hastaların yaşları ile iyileşme süreleri arasında ve yapılan cerrahi ile iyileşme süreleri arasında anlamlı bir ilişki tespit edilemedi. Cinsiyete, yaşa ve tanıya bağlı olarak dağılım yapıldığında iyileşme süresi, komplikasyon gelişimi gibi diğer değişkenlerde de anlamlı bir fark bulunamadı. Sonuç: Sonuç olarak preoperatif değerlendirmelerde daha dikkatli olunması, sistemik hastalıklar yönünden detaylı sorgulanması, hasta ve ebeveynlerinin cerrahiden tam olarak ne beklediklerinin bilinmesi ve cerrahi kararın buna göre verilmesi gerektiği anlaşılmıştır. Seçilmiş hastalarda yapılacak adenotonsillektominin daha memnun edici sonuçlar verdiği görülmüştür.Öğe An unusual Wohlfahrtia magnifica myiasis case localized in cutaneous and subcutaneous tissues in a patient with head-neck cancer(2014) Çevik, Cengiz; Kaya, Özlem Aycan; Akbay, Ercan; Özkan, Mustafa; Kahraman, Ahmet; Uçak, MuratAurikula tümörleri tüm baş-boyun tümörlerinin %6'sını oluşturur. Aurikula malign tümörleri genellikle skuamöz hücreli karsinom ve bazal hücreli karsinomdur. Myiasis sağlıklı insanlarda nadiren görülür. Genellikle mental retardelerde, psikiyatrik bozukluğu olanlarda, yaşlılarda, kişisel hijien ve özbakımı kötü kişilerde ve immune sistemi bozukluğu olanlarda görülebilen bir parazittir. Myiasis insanlarda özellikle topical ve subtopikal bölgelerde görülür fakat diğer bölgelerde nadiren görülmektedir. Literatürde ülkemizden bildirilen myiasis olgusu çok azdır. Baş boyun bölgesinde ve özellikle de kanser yarasında çok daha nadir görülmektedir. Bu çalışmada bilgimize göre literatürde sunulmamış olan baş boyun kanseri zemininde gelişen ve deri ve deri altı dokuları tutan myiasis (Wohlfahrtia magnifica) olgusunu sunmayı amaçladık.Öğe Vestibular neurectomy in resistant Meniere disease which underwent endolymphatic sac surgery : A case report(2013) Çevik, Cengiz; Akbay, Ercan; Çokkeser, YaşarMeniere disease is characterized by recurrent vertigo episodes, a sensation of fullness at ear, tinnitus and fluctuating hearing loss. Clinical findings have an important role in diagnosis of disease. In our study, we aimed to present two cases, a woman (35 years old) and a man (34 years old), underwent to vestibular neurectomy, which previously underwent endolymphatic sac surgery because having no benefit from medical therapy and recurrent complaints 1 and 6 months after endolymphatic surgery, respectively. No post-operative complication was seen. It was found that there was a formation of diffuse granulation surrounding sac, which blocked drainage.