Yazar "Rifaioğlu, Mehmet Murat" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 8 / 8
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Diabetes mellituslu hemodiyaliz hastalarında HbA1c ile kan glukozu düzeyleri arasındaki ilişki(2013) Motor, Sedat; Dokuyucu, Recep; Sefil, Fatih; Rifaioğlu, Mehmet Murat; Erhan Yengil; Kemal Türker Ulutaş; Ahmet Taner Sümbül; Rızaoğlu, Hatice; Üstün, İhsan; Gökçe, CumaliAmaç: Bu çalışmada Diabetes mellitus (DM)’lu, kronik böbrek yetmezliği olan ve diyalize giren hastalarda HbA1c düzeyleri ile kan glukozu düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntemler: 1 Ocak 2009-31 Temmuz 2010 tarihleri arasında, özel bir diyaliz merkezinde diyalize giren 131 (53 kadın, 78 erkek) hastanın aylık kan glukozu ve 3 aylık HbA1c sonuçları geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: 131 olgunun yaş ortalaması 63,3±11,2 yıl (30- 91 yaş arası) idi. Bu olguların 53’ü kadın (%40,5), 78’i erkek (%59.5) idi. Kadınların yaş ortalaması 62,2±11,2 iken erkeklerin yaş ortalaması 64,1±11,2 idi. Kadınların ve erkeklerin ortalama glukoz değeri ile ortalama HbA1c de- ğeri arasında korelasyon vardı (Kadın: p<0,001, r=0.761, Erkek: p<0.001, r=0.743). Tüm gruplar arası ortalama glukoz değeri ile ortalama HbA1c arasında korelasyon vardı (p<0.001, r=755). İncelenen HbA1c sonuçlarının %32.8’ i %6.5 değerinin altında tespit edilirken, % 67,2’ si %6.5 değerinin üzerinde tespit edildi. Açlık kan glukozu değerlerinin %18,3’ ü 126 mg/dl değerinin altında tespit edilirken, %81,3’ ü 126 mg/dl değerinin üzerinde tespit edilmiştir. Ortalama kan glukozu değeri ile HbA1c değerleri arasında korelasyon bulundu. Sonuç: Açlık, tokluk kan glukozu ve HbA1c ölçümleri kötü glisemik kontrolün tanı, izlem ve tedavisinde önemlidir. Dolayısıyla diyabetik nefropatili diyaliz hastalarında, HbA1c ve kan glukozu (açlık ve tokluk) ölçümü ve bunlar arasındaki korelasyon, kardiyovasküler mortalite ve morbidite açısından ve DM’nin izlemi açısından son derece önemlidir.Öğe Does renal parenchymal thickness affect bleeding in percutaneous nephrolithotomy ?(2013) Rifaioğlu, Mehmet Murat; Önem, Kadir; Çelik, Hüseyin; Davarcı, Mürsel; Çetinkaya, Mehmet; İnci, Mehmet; Güneşli Yetişken , Aylin; Yalçınkaya, Fatih RüştüAim: Blood loss is a major concern during percutaneous nephrolithotomy. The aim of this study was to evaluate the effect of access point parenchymal thickness on bleeding in percutaneous nephrolithotomy procedures. Materials and methods: In this study 85 patients who had undergone a percutaneous nephrolithotomy operation between February 2009 and July 2011 were reviewed retrospectively. All characteristics of the patients were investigated. The details of the operative procedure and the renal parenchymal thickness at the puncture site were also recorded. Blood loss was calculated during the peroperative and postoperative periods. Correlation and multivariate regression analysis were done to detect predictive factors on bleeding. Results: Of the 85 percutaneous nephrolithotomy procedures done, 12 (14.1%) patients had no diminution of hemoglobin value postoperatively and were excluded. This left 73 percutaneous nephrolithotomy procedures that were evaluated. The mean peroperative hemoglobin drop was 1.79 ± 1.17 mg/dL. Stone size, operation time, and grade of hydronephrosis were correlated with hemoglobin drop significantly (P = 0.047, P = 0.016, and P = 0.034, respectively). There was no correlation between parenchymal thickness and bleeding (P = 0.545). In multivariate regression analysis, only the operation time was found to be a statistically significant independent predictive factor for peroperative bleeding in percutaneous nephrolithotomy (P = 0.005). Conclusion: Renal parenchymal thickness and the grade of hydronephrosis do not predict peroperative hemorrhage in percutaneous nephrolithotomy procedures.Öğe Ektopik böbrekler ve damarlarının konjenital varyasyonları(2014) Bayaroğulları, Hanefi; Rifaioğlu, Mehmet Murat; Akküçük, Seçkin; Davran, Ramazan; Davarcı, Mürsel; Demirbaş, OnurAmaç: Böbrek ektopilerinde damar anomalilerine sıklıkla rastlanılır. Multiple detector-row computerized tomography angiography (MDCTA), üriner sistem ve böbrek damarlarının değerlendirilmesinde günümüzde artan bir yere sahiptir. Bu çalışmamızda amacımız ektopik böbrekteki damar varyasyonlarını MDCTA kullanarak ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem: Hastanemize 2009 ila 2011 arasında altı ektopik böbrek hastası araştırıldı. MDCTA, dört erişkin hastaya hipertansiyon nedeniyle, bir böbrek taşı olan erişkin hastaya nefrektomi öncesi, bir çocuk hastaya ise diafram hernisi operasyon öncesi yapıldı. Bulgular: Altı hastanın 12 böbreğinin 20 renal arteri araştırıldı. İki vakanın birinin sol böbreğinde dört, diğerinde üç renal arter saptandı. Üçü ektopik biri normal olan dört böbrekte, bir ana bir de aksesuar arter saptandı. 17 ven inferior vena cava’ya, sol böbrekten çıkan bir ven sol common iliac vene, 2 sağ böbrek veni sol renal vene dökülüyorlardı. Sonuç: Günümüzde MDCTA ektopik böbreğin damarlarını değerlendirilmesinde önem kazanmıştır.Öğe Hatay ili 7-11 yaş arası dış genital organ anomali oranları(2012) Davarcı, Mürsel; Rifaioğlu, Mehmet Murat; İnci, Mehmet; Yalçınkaya, Fatih Rüştü; Gökçe, Ahmet; Turhan, Ebru; Tutanç, Murat; Kaya, Yusuf SelimAmaç: Bu çalışmada Hatay il merkezinde öğrenim gören ilköğretim çağındaki erkek çocuklarda dış genitaorgan bozukluğu sıklığı ve çeşitliliğinin belirlenmesi hedeflendi. Yöntem: Mustafa Kemal Üniversitesi Etik komitesi tarafından çalışma onaylandıktan sonra, il merkezindek6 adet ilköğretim okulunda öğrenim görmekte olan ve rastgele örnekleme yöntemi ile 7-11 yaş arasındaktoplam 981 erkek öğrenci çalışmaya dahil edildi. Tüm öğrenciler iki üroloji uzmanı tarafından okullarında muayene edildi ve tespit edilen dış genital organ anomalileri kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya katılan 981 öğrencinin 126’sında (%12,8) anomali saptandı. Saptanan anomalilerinmemiş testis 60(%6,1),retraktil testis 49 (%5), inguinal herni 7(%0,7), hipospadiyas 4(%0,4), hidrose4(%0,4) ve varikosel 2(%0,2) idi. Çalışmamızda, Hatay il merkezinde ilköğretim çağındaki çocuklardagenital anomali oranını tespit etmeye çalıştık. Sonuç: Dış genital anomali oranları diğer yapılan tarama çalışmalarında birbirine yakın değerler bulunsa bile ülkemizde dış bölgelere göre farklılıklar izlenmektedir.Öğe Perkütan nefrolitotomi ameliyatında hidronefrozun önemi(2013) Rifaioğlu, Mehmet Murat; Demirbaş, Onur; Davarcı, MürselAmaç: Bu çalışmanın amacı perkütan nefrolitotomi (PNL) ameliyatlarında renal hidronefroz derecesinin preoperatif, peroperatif ve postoperatif verilerle ilişkisini araştırmak ve klinik önemini incelemektir. Yöntemler: Şubat 2009 ile Şubat 2013 arasında aynı cerrah tarafından yapılan 132 PNL ameliyatı geriye dönük olarak tarandı. Hastaların demografik verileri, preoperatif böbrek özellikleri, peroperatif ve postoperatif verileri de- ğerlendirildi. Grade 1 ve 2 hidronefroz grup I; grade 3 ve 4 hidronefroz grup II olarak belirlendi. Gruplar ile preoperotif, peroperatif ve postoperatif özelliklerin farkları istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Hidronefrozun bağımsız belirleyicilerini saptamak için multivariat analiz olarak lojistik regresyon analizi kullanıldı. Bulgular: Yaş ortalaması 46,2±13,7 yıl (8 -73) idi. Operasyon süresi ortalama 101 dakika (10-250) olarak hesaplandı. Grup I’de 56, Grup II’de 76 hastanın verileri analiz edildi. İki grup arasında yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi ve cerrahi tecrübe açısından fark saptanmadı. Preoperatif verilerden, opere böbrekte daha önce taş düşürme öykü- sü (p=0,012), taşın çapı (p=0,022), taşın bulunduğu kaliks sayısı (p=0,005), karşı böbrekte taş varlığı (p=0,027), renal parankim kalınlığı (p=0,026); peroperatif verilerden, operasyon süresinde (p=0,011); univaryant analizde anlamlı fark saptandı. Lojistik regresyon analizinde, opere böbrekte taş öyküsü, taşın bulunduğu kaliks sayısı, karşı böbrekte taş varlığı, operasyon süresi ile hidronefroz arasında ilişki izlendi. Sonuç: Perkütan nefrolitotomi operasyonlarında düşük dereceli hidronefrotik böbreklerde, taş çapının ve taşın bulunduğu kaliks sayısı azalması dolayısı ile operasyon süresinin kısa olması sonucunda komplikasyon daha az olacaktır.Öğe Perkutanöz nefrolitotomide parankim kalınlığının BT ve Tc-99m DMSA sintigrafisi ile karşılaştırılması(2014) Aydoğan, Füsun; Rifaioğlu, Mehmet Murat; Yengil, Erhan; Atçı, Nesrin; Demirbaş, OnurAmaç: Perkutanöz nefrolitotomi (PNL) büyük ve komplike renal callus tedavisinde kullanılan cerrahi yöntemlerdendir. Hemoraji PNL'nin en önemli komplikasyonlarından biri olarak bildirilmektedir. Gelişen hemorajinin böbrek parankim kalınlığı ile ilişkili olabileceğini bildiren yayınlar bulunmaktadır. Çalışmamızın amacı PNL öncesi bilgisayarlı tomografi (BT) ve Tc-99m DMSA ile ölçülen böbrek boyutları ve parankim kalınlıklarının karşılaştırılması ve aralarında korelasyon olup olmadığının saptanmasıdır. Metaryal ve metod: Çalışmaya PNL öncesi abdomen tomografileri ve Tc-99m DMSA ile renal kortikal sintigrafileri çekilmiş 16 hasta dahil edildi. Hastaların böbrek boyutları, üst, orta ve alt pollerden böbrek parankim kalınlıkları ile ortalama parankim kalınlıkları hesaplandı. Bulgular: Ortalama parankim kalınlığı BT'de sağ böbrek için 18.68±5.41 mm, sol böbrek için 17.62± 4.55 mm olarak hesaplandı. DMSA sintigrafisinde ise ortalama parankim kalınlığı sağ böbrek için 15,27±3.30 mm, sol böbrek için 16.27± 3.89 mm olarak hesaplandı. Ortalama böbrek boyutları BT'de sağ için 99.49 ± 18.92 x 46.53 ± 12 mm, sol için 95.40± 11.91x45.58± 11.23 mm olarak hesaplanırken, sintigrafide sağ için 106.66 ± 18.48x 47.36 ± 11.52 mm, sol için 104.37±18.28x 46.26±12.94 mm olarak hesaplandı. Sonuçta DMSA sintigrafisi ile BT'den ölçülen parankim kalınlığı ve böbrek boyut ölçümleri arasında anlamlı korelasyon görüldü (p <0.05). Sonuç: Gelişen teknoloji ile birlikte PNL'nin güvenilirliği ve etkinliği son iki dekatta artmıştır. Operasyon öncesinde böbrek parankimini değerlendirmede kullanılan BT ve DMSA sonuçları arasındaki anlamlı korelasyon sebebi ile DMSA sintigrafisi raporlarında böbrek boyut ve ortalama parankim kalınlığının da verilebileceğini düşünmekteyiz.Öğe Transrektal prostat biyopsisi sonrası akut bakteriyel prostatit sıklığı ve risk faktörleri(2013) İnci, Mehmet; Davarcı, Mürsel; Yengil, Erhan; Rifaioğlu, Mehmet Murat; Yalçınkaya, Fatih Rüştü; Demirbaş, Onur; Köksaldı Motor, Vicdan; İnci, MelekAmaç: Bu çalışmada amaç, transrektal prostat biyopsisi sonrası meydana gelen akut bakteriyel prostatit (ABP) sıklığını ve risk faktörlerini araştırmaktır. Yöntem: Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Üroloji Bölümü’nde Şubat 2010-Nisan 2012 tarihleri arasında ultrasononografi eşliğinde transrektal prostat biyopsi yapılan 335 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaşı, özgeçmişindeki kronik hastalıklar, prostat hacmi, biyopsideki kor sayısı, biyopsi endikasyonları, kaçıncı kez biyopsi yapıldığı, ABP gelişenlerin idrar ve kan kültürü sonuçları kaydedildi. Bulgular: Biyopsi sonrası ABP sıklığı %2.4 olarak bulundu. ABP gelişen 8 olgunun 6’sında (%75) idrar ve/veya kan kültüründe levofloksasine dirençli Escherichia coli ürediği ve bunların 3’ünün (%50) geniş spektrumlu beta-laktamaz ürettiği belirlendi. İzolatlar sefalosporinlere ve aminoglikozitlere duyarlı olarak bulundu. ABP gelişen hastalarda anlamlı olarak daha yüksek oranda tekrar biyopsi yapıldığı belirlendi. Sonuç: Transrektal prostat biyopsisi profilaksisinde florokinolonlar birçok olguda etkin antibiyotiklerdir. Birden fazla biyopsi uygulaması ABP gelişimini arttırabilir. ABP gelişen olgularda florokinolonlara yüksek oranda direnç görülebileceğinden, sefalosporinler ve aminoglikozitlerle tedavi daha etkin olabilir.Öğe Ürolojik kanserli hastalarda demodex follicuorum araştırılması(2012) İnci, Mehmet; Aycan Kaya, Özlem; İnci, Melek; Yula, Erkan; Gökçe, Hasan; Rifaioğlu, Mehmet Murat; Demirtaş, Onur; Yengil, ErhanAmaç: Bu çalışmada, ürolojik kanserli hastalarda Demodex folliculorum sıklığının belirlenmesi amaçlandı. Yöntemler: Çalışmaya Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Üroloji Kliniği’ne Mart 2011-Nisan 2012 tarihleri arasında başvuran 49 ürolojik kanserli hasta ve kontrol grubu olarak yaş ve cinsiyeti uyumlu 31 sağlıklı birey dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri kaydedildi. Bireylerin perine bölgesinden standart yüzeyel deri biyopsisi yöntemiyle örnek alındı ve mikroskobik olarak incelendi. Her bir cm2’de 5 ve daha fazla D. folliculorum görülmesi pozitif olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların yaş ortalaması 60.2±18.6 olarak belirlendi. Kanser hastalarının 11’inde (%22.4), kontrol grubunun ise 1’inde (%3.2) D. folliculorum pozitif olarak değerlendirildi. Kanser tanısı olan grupta D. folliculorum sıklığının kontrol grubuna kıyasla anlamlı oranda yüksek olduğu saptandı. Kanser grupları arasında D. folliculorum saptanma yönünden istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı. Kanserli grupta D. folliculorum pozitif olan hastaların yaş ortalamasının negatif olanlardan anlamlı oranda yüksek olduğu belirlendi. Sonuç: Kanser gibi immünsüpresyon durumlarında D. folliculorum görülme oranının artabileceği hatırda tutulmalıdır. (Turkiye Pa