Yazar "Savaş, Nazan" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 26
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Antakya'da ilkokul öğrencilerinde pedikülozis kapitis sıklığı(2004) Serarslan, Gamze; Çulha, Gülnaz; Savaş, Lütfü; Yiğit, Hakan; Akçalı, Cenk; Önlen, Yusuf; Savaş, NazanAmaç: Antakya’da ilkokul öğrencilerinde pedikülozis kapitis sıklığının saptanması amaçlandı. Gereç ve Yöntemler: Altı okulun kız ve erkeklerden oluşan toplam 3935 öğrencisi pedikülozis kapitis yönünden incelendi. Okullar, iyi ve kötü olarak iki sosyo-ekonomik sınıfa göre gruplandı. Sonuçların değerlendirilmesinde ki-kare testi kullanıldı. Bulgular: Pedikülozis kapitis sıklığı toplam %17.6 olarak bulundu. Baş biti kızlarda erkeklere oranla çok daha fazla tespit edildi (X²=486.9, df=1, p<0.0001). İnfestasyon oranı sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan grupta daha yüksek bulundu (X²= 93.97, df= 1, p<0.0001). Sonuç: Çalışmamız, pedikülozis kapitisin Antakya’da yüksek oranda olduğunu ve sosyo-ekonomik durumun infestasyon ile ilgili olduğunu göstermektedir.Öğe Are the students in medicine, nursing and allied health higher schools protected from Hepatitis B: A cross-sectional study from Hatay, Turkey(Halk Sağlığı Uzmanları Derneği, 2019) İnandı, Tacettin; Savaş, Nazan; Peker, Ersin; Duran, Nizami; Dermancı, HandeAim: Hepatitis B is an important public health problem and many groups, including health workers, are at risk for hepatitis B. We aimed to determine the hepatitis B surface antibody levels and frequency of needlestick injury among health occupations students. Method: The study population and sample were 973 students in Mustafa Kemal University, Medical, Nursing and Health Vocational High School in 2015. Of the students, %63 were reached, and 67.7% of them gave blood samples. Anti-HBS values were calculated by enzyme-linked immunosorbent assay and an antibody titer over 10 mIU/mL was accepted as positive. Results: The mean age was 20.9 ± 2.7 and 68.5% were female. Anti-HBs positivity was 54.5%, and 37.3% of the vaccinated group was still anti-HBS negative. The difference in anti-hepatitis B positivity was not significant in terms of sex, age group and school, but it was higher in vaccinated students than in others (p <0.05). 29.0% of participants had a history of needle-stick injury. The highest percentage was in health emergency and anaesthesia departments (p <0.001). Needle-stick injury was observed more often in senior students.Öğe Association between ınternet use and sleep problems in adolescents(2014) Ekinci, Özalp; Çelik, Tanju; Savaş, Nazan; Toros, FevziyeGiriş: Uyku sorunları ergenlerde sık olarak görülmektedir. Elektronik medyanın ergenlerin uyku kalitelerini ve günlük işlevselliklerini olumsuz etkilediği gösterilmiştir. Bu çalışma ergenlerde internet kullanımı ile uyku problemleri arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaçlamaktadır. Yöntem: Toplam 1212 ergen çalışmaya dahil edildi. Kendi bildirim çalışma anketi iki ana bölüm içeriyordu: Young’ın İnternet Bağımlılık Ölçeği (İBÖ) ve uyku alışkanlıkları/uyku problemleri üzerine yarı yapılandırılmış bir ölçek. Bulgular: Çalışma örnekleminin %16’sı uyku kalitelerini kötü ya da çok kötü değerlendirdi. Örneklemin dörtte biri interneti hergün kullandığını bildirirken, %27’si online olduğunda bir saatten fazla zaman geçirdiğini bildirdi. Ortalama İBÖ total skoru 35,56±13,87 idi. Yüksek İBÖ skoru olan ergenlerin düşük İBÖ skoru olanlara göre gece yatağa daha geç gittiği, uykuya dalmak için daha uzun süreye ihtiyaç duyduğu ve gece daha sık uyandığı bildirildi (p=0,001). Yüksek İBÖ skoru olan ergenlerde içlerinde uykuya dalma ve sürdürme güçlükleri, uyanma güçlüğü ve gün içinde uykulu hissetmeyi içeren çok sayıda uyku probleminin daha sık olduğu bulundu. Ayrıca, uyku kaliteleri düşük İBÖ skoru olan ergenlere göre daha kötü idi (p=0,001). Sonuç: Problemli uyku alışkanlıkları ve uyku sorunlarının yüksek İBÖ skoru olan ergenlerde daha sık olduğu bulundu. Sağlık çalışanları, aşırı ve kontrolsüz internet kullanımının ergenlerin uyku alışkanlıkları üzerine yaptığı muhtemel olumsuz etkiler konusunda farkında olmalıdırlar.Öğe Bilateral primary breast lymphoma: A rare case(2011) Yetim, İbrahim; Durgun Yetim, Tülin; Özkan, Orhan Veli; Diner, Güvenç; Savaş, Nazan; Davran, Ramazan; Helvacı, Rahmi; Kaya, HasanPrimary non Hodgkin’s lymphoma of the breast is rare. Bilateral involvement of the breasts is even morerare. Lymphomas are divided into two groups: Hodgkin’s Lymphoma and non Hodgkin’s lymphoma. Diffuse large cell non Hodgkin’s lymphoma is the most common type. A 56 year old female presented with masses in both breasts. An excisional biopsy was obtained from both tumoral masses. Histopathological assessment revealed diffuse large cell non Hodgkin’s lymphoma and chemotherapy was started. Here we present the case of bilateral primary breast lymphoma while discussing clinical characteristics, treatment modalities and the outcomes.Öğe Birinci basamak merkez laboratuvarı HbA1c verilerine göre Hatay’da glisemik kontrol durumu ve ilişkili faktörler(2022) Azboy, Nesrullah; Savaş, NazanAmaç: HbA1c glisemik kontrolü, diyabetik komplikasyon riskini ve diabetik bakım kalitesini gösteren bir kan parametresidir. Bu çalışmada Hatay’da Aile Sağlığı Birimleri’nde (ASB) HbA1c tetkiki yapılan 18?yaş bireylerde HbA1c durumu saptanarak, HbA1c’nin sosyodemografik özellikler, kan lipit profili ve böbrek fonksiyon belirteçleriyle arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Kesitsel nitelikteki araştırmada Hatay Birinci Basamak Merkez Laboratuvarı’nda Ekim-Aralık.2017 döneminde 18?yaş bireylerin (n=22943) Hba1c, trigliserit, total kolesterol, yüksek dansiteli lipoprotein (HDL), düşük dansiteli lipoprotein (LDL), üre ve kreatinin verileri retrospektif değerlendirilmiştir. Değerlendirmede laboratuarın referans değerleri kullanılmış, HbA1c’nin ?%6.5 olması kötü glisemik kontrol kabul edilmiştir. İstatistiksel analizlerde; HbA1c bağımlı değişken, ilçe, uyruk, cinsiyet, yaş ve diğer laboratuvar verileri bağımsız değişken olarak alınmış, tanımlayıcı istatistik, ki-kare ve Mann Whitney-U testleri kullanılmıştır. pÖğe Bruselloz hastalarında serum nitrik oksit ve malondialdehit düzeyleri(2005) Savaş, Lütfü; Önlen, Yusuf; Savaş, Nazan; Polat, Gürbüz; Aslan, GönülAmaç: Bu çalışmanın amacı bruselloz hastalarında serum nitrik oksit (NO) ve malondialdehit (MDA) düzeylerini saptamak; bulunan NO ile MDA değerlerini, eritrosit sedimentasyon hızı (ESR), aspartat aminotransferaz (AST), alanin aminotransferaz (ALT) gibi laboratuvar testleri ve ateş, terleme, eklem ağrısı gibi klinik bulgularla karşılaştırmaktı. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmada 39 brusellozlu hastada tedaviden önce ve kontrol grubu olarak 20 sağlıklı kişide NO ve MDA düzeyleri araştırıldı. NO düzeylerini saptamak için Green yöntemi ile nitrat düzeyleri ölçüldü. MDA düzeylerini saptamak için Yagi metodu kullanıldı. Bulgular: Brusellozlu hastalarda serum NO ve MDA düzeyleri kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p< 0.05). NO ile brusella serum aglütinasyon testi (SAT), AST, ALT, ateş, terleme ve eklem ağrısı arasında anlamlı bir ilişki yoktu. Buna karşılık NO düzeyleri yüksek olanlarda ESR değerleri yüksekti (p< 0.05). Yine MDA ile ESR, ALT, SAT, ateş ve eklem ağrısı arasında anlamlı bir ilişki bulunmazken (p> 0.05), AST 40 IU/L’nin üzerinde olanlarda MDA değerleri düşük bulundu (p< 0.05). Ayrıca terleme öyküsü olanlarda MDA değerleri yüksekti (p< 0.05). Sonuç: Bu yüksek NO ve MDA değerlerinin klinik olarak anlamlı olup olmadığını göstermek için bu konuda daha fazla klinik çalışmaya ihtiyaç vardır.Öğe Bruselloz tanısında serolojik yöntemlerin karşılaştırılması(2005) Savaş, Lütfü; Önlen, Yusuf; Savaş, Nazan; Ocak, Sebahattin; Arslan, Bahadır; Akçalı, AylinBu çalışmada Başkent Üniversitesi Adana Uygulama ve Araştırma Hastanesi polikliniklerine bruselloz kliniğini düşündüren bulgularla başvurmuş olan hastalara ait 4707 serum örneği seroepidemiyolojik açıdan değerlendirildi. Mevsimsel dağılım açısından Serum Aglutinasyon Testi (SAT) pozitifliğinin en sık ya: aylarında olduğu görüldü. 4707 serumun 166 (%3.5)'sının SAT'ı 1/160 ve üzerindeki dilüsyonlarda pozitif. 4541 (%96.5)'nin SAT'ı negatif bulundu. Tüm serumların 3436 (%73.0)'sı kadın, 1271 (%2 7.0) 'i erkek hastalardan alınmıştı. Benzer şekilde SAT'ı 1/160 ve üzerindeki dilüsyonlarda pozitif olan serumların 109 (%65.7)'u kadın. 57 (%34.3)'si erkek hastalara ait idi. Bütün serumlarda brusellozım serolojik tanısında kullanılan Rose Bengal ile SAT karşılaştırmalı olarak çalışıldı. SAT negatif 4541 (%96.5) serumun 123 (%2.6)'ünde Rose Bengal pozitif. Rose Bengal negatif olan 44S4 (%95.3) serumun 66 <%1.4) 'sında da SAT I 160 ve üzerindeki dilüsyonlarda pozitif bulundu (p<0.001).Öğe DÜNYA BANKASI'NIN SAĞLIK REFORMLARI ÜZERİNE ETKİSİ; TÜRKİYE’DE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM ÖRNEĞİ(2020) Savaş, NazanDünyada birçok ülkede sağlık alanında 40 yıldan bu yana neoliberal dönüşüm/reform gerçekleşmektedir. Dönüşümün başlangıcı 1978 yılında yapılan Washington Mutabakatı’na dayandırılmaktadır. Bu derlemede Dünya Bankası Grubu’nun (DBG) Türkiye örneğinde sağlık reformları üzerine etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Derlemede 1978-2018 dönemi sağlık reformlarıyla ilgili DBG dökümanları, Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı dökümanları, bilimsel literatür incelenmiş, sağlık reformlarıyla ilgili olaylar ve yasal düzenlemeler kronolojik olarak tablolaştırılmıştır. Türkiye’de sağlık reformu sağ hükümetler, sol-sağ koalisyon hükümetleri ya da askeri darbe hükümetinin yönetimini kapsayan uzun vadeli bir sürece yayılmış, belirli bir düzen içerisinde ve birbirini destekler müdahaleler şeklinde yapılandırılmıştır. Süreç sağ muhafazakar bir parti olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2002 yılında iktidara gelmesi ve dört dönem iktidarda kalması ile büyük ölçüde hızlandırılmış ve yasal düzenlemelerin büyük bir kısmı tamamlanmıştır. Bu süreçte DBG pek çok rapor yazmış, ikraz anlaşmaları imzalanmış ve reformla ilgili yasal düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Özellikle son yıllarda DBG’nin Türkiye’de desentralize olması ve Uluslararası Finans Kurumu’nun (IFC) ikinci büyük merkezinin Türkiye’de açılmasıyla sağlık reformu DBG’nin kontrolü altında gerçekleştirilmiştir. Sağlık reformu süreci içinde olan ülkelerde DBG’nin etkisi gözlenmeli, izlenmeli ve sağlık hizmetlerinin ticarileştirilmesi kontrol edilmelidir..Öğe Hatay ili Kisecik bölgesinde 35–40 yaş arası kadınlarda serviks kanseri taraması(2010) Nazlıcan, Ersin; Akbaba, Muhsin; Koyuncu, Hikmet; Savaş, Nazan; Karaca, BurhanAMAÇ: Serviks kanseri, kadınlarda endometrium adenokarsinomundan sonra en sık saptanan genital sistem kanseridir. Serviks kolay ulaşılabilir bir organ olduğundan, bu organın kanserlerinde Papanicolau (Pap) smear sayesinde erken tanı yapılabilmekte ve prognoz anlamlı ölçüde iyileşmektedir. Bu hastalıkta iki tane pik vardır. Birincisi 35-39, ikincisi ise 60-64 yaş civarıdır. Bu çalışmanın amacı; Kisecik sağlık ocağı bölgesinde 35-40 yaş arası kadınlarda servikal kanseri taraması yapmaktır. YÖNTEM: Bu araştırma, Hatay ili Kisecik sağlık ocağı bölgesindeki 35-40 yaş arası kadınlarda yapılan toplum tabanlı kesitsel tanımlayıcı bir çalışmadır. 35-40 yaş arası 187 kadından bekar olan 10 kişi hariç tutularak 177 kadının 150’sine (%84,7) ulaşılarak çalışmayı tamamladık. Kadınlardan servikal smear örneği alınarak patoloji laboratuarında Bethesda 2001 sınıflamasına göre değerlendirildi. BULGULAR: Araştırmaya katılanların yaş ortalaması 37,55±1,77 yıl idi. Alınan servikal smearlerin patoloji laboratuvarında değerlendirilmesi sonucunda; 73’ü (%48,7) normal, 36’sı (%24,0) non spesifik enflamasyon, 20’si (%13,3) bakteriyel vajinozis, 19’u (%12,7) enflamasyona sekonder reaktif değişiklikler ve 2’si (%1,3) ASC-US olarak rapor edildi. SONUÇ: Ucuz ve kolay uygulanabilir Pap smear testi ile yaygın olarak toplum tabanlı tarama programları yapılarak erken evrede servikal lezyonlar yakalanmalıdır, ayrıca yapılacak eğitimlerle kadınların serviks kanseri hakkındaki bilgi düzeyleri arttırılmalı, farkındalık yaratılmalıdır.Öğe Hatay'da akraba evliliği sıklığı, nedenleri, çocuk sağlığı, ilişkilerde mutluluk ve yaşam doyumu(2016) İnandı, Tacettin; Savaş, Nazan; Arslan, Evrim; Yeniçeri, Arif; Peker, Ersin; Alışkın, Ömer; Erdem, Mehmet; Durmaz, ElifAmaç: Bu çalışma Hatay'da akraba evliliği sıklığını, nedenlerini ve bunların çocuk sağlığına, kadınların ilişkilerindeki mutluluk düzeyine ve yaşam doyumuna etkilerini değerlendirdi. Yöntem: Kesitsel nitelikteki araştırmada evreni, Hatay'da yaşayan evli, boşanmış ya da eşi ölmüş kadınlar oluşturdu. Çalışma örneklemi çok aşamalı örneklemle seçilen 584 kadın idi. Veriler yüz yüze anket formu ile Nisan-Mayıs 2014'te kadınların evlerinde toplandı. Ölçüm aracı olarak kullanılan soru kâğıdı 'kişisel bilgiler, doğurganlık bilgileri, hastalık ve engellilik durumu, evlilik bilgileri, sosyal ve ekonomik faktörler, evlilik şekli üzerine düşünceler, ilişkilerde mutluluk ölçeği ve yaşam doyum ölçeği' bölümlerini içerdi. Bulgular: Akraba evliliği sıklığı %34.4 idi ve düşük öğrenim düzeyi, düşük ekonomik durum ve düşük gelirle ilişkili idi (p<0.05). Akraba evliliği yapanlarda toplam gebelik, canlı doğum sayısı, bebek ölümleri ve yeni doğan sonrası bebek ölümleri daha fazlaydı (p<0.05). Akraba evliliği olanlarda doğuştan hastalıklı ve sonradan engelli çocuk sayısı daha yüksekti (p<0.05). Yaşam doyumu ve ilişkilerde mutluluk açısından akraba evliliği ve diğer evlilikler arasında fark görülmedi (p>0.05). Sonuç: Hatay'da akraba evliliği çok yaygındır; düşük ekonomik durum ve öğrenim düzeyiyle ilişkilidir. Çocuk sağlığı üzerine olumsuz etkileri vardır.Öğe Hatay’da iyot eksikliği olan kırsal bölge ile iyot eksikliği olmayan kent merkezinde 6-12 yaş çocuklarda idrarda iyot, bakır, çinko, selenyum ve molibden düzeyleri(2014) Çelik, Tanju; Savaş, Nazan; Kurtoğlu, Selim; Sangün, Özlem; Aydın, Zeki; Didin, Mustafa; Mısıroğlu, Seher; Öztürk, Hasan; Öktem, MuratAmaç: İyot eksikliğine bağlı tiroid hastalıkları ülkemizde ve Dünya’da yaygın olarak görülmektedir. Bu çalışmada ülkemizin Hatay ilinde iki okulda (endemik guatr bölgesinde) 6-12 yaş arası çocuklarda idrarda iyot eksikliği ve ona eşlik edebilecek selenyum, çinko, bakır ya da molibden eksikliğinin olup olmadığını araştır- mayı amaçladık. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışma sahada yapılan olgu kontrol ça- lışması olup, çalışmaya 6-12 yaş arası öğrenciler dahil edilmiştir. İlimiz merkezine bağlı Tanışma köyünden 114 olgu Hatay şehir merkezinden (Antakya) 100 olgu çalışmaya alındı. Çalışmaya alı- nan öğrencilerin idrar örneklerinden iyot, selenyum, çinko, bakır ve molibden seviyeleri ölçüldü. Bulgular: İyot eksikliği Tanışma Köyü’nde sırasıyla ciddi (%5), orta (%18,4) ve hafif (%43) olarak belirlendi. Hatay merkezde %7 hafif iyot eksikliği saptandı. Kontrol grubunda orta ve ağır iyot eksik- liğine rastlanmadı. Gruplar arasında idrar iyot atılımında anlamlı fark saptandı (p<0,001). İyot, selenyum, çinko ve molibden seviye- leri arasında anlamlı ilişki vardı (p<0,05). İyot ile selenyum arasında orta düzeyde pozitif ilişki saptandı (p<0,001). İyot ile çinko seviye- leri arasında yine orta düzeyde pozitif ilişki (p<0,001) ve iyot ile molibden arasında zayıf pozitif ilişki saptandı (p<0,01). İyot düzeyi ile bakır düzeyi arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05). Çıkarımlar: İyot eksikliğine selenyum ve çinko eksikliği eşlik ede- bilmektedir. Özellikle endemik guatr bölgesinde iyot eksikliği tes- pit edilen olgularda selenyum ve çinko eksikliği düşünülmelidir. (Türk Ped Arş 2014; 49: 111-6)Öğe The importance of proliferative activity and angiogenesis in meningioma and glioma(Turkish Neurosurgical Society, 2005) Atik, Esin; Serarslan, Yurdal; Bakariş, Sevgi; Savaş, NazanOBJECTIVE: The aim of this study was to investigate the usefulness of a mean vascular density (MVD) and proliferative activity labeling index (LI) in gliomas and meningiomas as biological markers in histological grading. MATERIALS AND METHODS: Our study included 18 cases of glioma and 36 cases of meningioma. These cases were graded according to the WHO classification. CD-34 and Ki-67 immunohistochemical methods were used on paraffin-embedded tissues. Distribution of CD-34 and Ki-67 LI values were determined for different histologic grades of gliomas and meningiomas. The results were analyzed with statistical methods. RESULTS: In gliomas, the values of Ki-67 were detected as 3.33±2.50 in grade I, 5.01±2.28 in grade III and 10.33±4.85 in grade IV. The mean values of CD-34 were found as 11.80± 9.71 in grade III glioma and 8.40±5.45 in grade IV glioma. The values of Ki-67 were detected as 4.40±0.40 in atypical, 4.26±4.05 in psammomatous and 3.69±3.24 in meningothelial meningioma. CD-34 expression was 19.60±0.20 in angiomatous meningioma and 6.14±1.91 in malignant meningioma. CONCLUSION: Our results show that Ki-67 LI and angiogenesis can be useful in tumor grading of gliomas. However, the score of angiogenesis and Ki-67 LI adds little information to predict tumor grade in meningiomas, in contrast to gliomas.Öğe Improvement of monosymptomatic enuresis after adenotonsillectomy in children with obstructive sleep apnea syndrome(2012) Gökçe, Ahmet; Aslan, Sündüs; Yalçınkaya, Fatih Rüştü; Davarcı, Mürsel; Kaya, Yusuf Selim; Savaş, Nazan; Görür, Sadık; Dağlı, Şafak; Kiper, Ahmet Namık; Balbay, Mevlana DeryaAim: To investigate the prevalence of monosymptomatic enuresis (ME) in children diagnosed with obstructive sleep apnea syndrome (OSAS) and the rate of resolution or improvement in enuresis following adenotonsillectomy. Materials and methods: We retrospectively reviewed the charts of 541 consecutive patients who underwent adenotonsillectomy for OSAS secondary to adenotonsillar hypertrophy between January 2005 and January 2009. All of the charts for patients between 5 and 18 years of age at the time of surgery (n = 398) were included in the study. After reviewing the charts, the families were contacted by telephone. Those patients who had shown preoperative symptoms of enuresis were questioned to determine whether there had been any change in their complaints postoperatively. Results: Of the 398 patients whose records were reviewed, 98 were excluded from this study because of incomplete records. The incidence of ME in the study group (n = 300) prior to adenotonsillectomy was 30.7% (92 patients). Among these 92 patients, 64 (69.6%) were male and 28 (30.4%) were female (P = 0.001). The parents of 46 of these 92 patients agreed to allow their children to participate in the study. In 46 patients, 26 (56.5%) had complete resolution, 8 (17.4%) had a partial improvement, and 12 (26.1%) had no change in enuresis following adenotonsillectomy. Patients with OSAS had a 2.38-fold higher risk of ME (odds ratio 2.38, 95% confi dence interval 1.60 to 3.53, P = 0.001). Conclusion: Children with OSA symptoms have a high rate of monosymptomatic enuresis. Relief of OSA symptoms also resulted in the complete resolution or partial improvement of ME in more than two-thirds of patients. In the diff erential diagnosis of a child presenting with enuresis, OSAS should be kept in mind and, conversely, the presence of enuresis should be investigated in children presenting with OSA symptoms.Öğe Klinik ve elektrofizyolojik tanılar arasındaki tutarlılık(2009) Okuyucu, Emine Esra; Turhanoğlu, Ayşe Dicle; Duman, Taşkın; Savaş, Nazan; Mengüloğlu, Necdet; Melek, İsmet MuratAMAÇ: Bu çalışma incelenmek üzere elektronöromiyografi (ENMG) laboratuvarına gönderilen hastaların klinik ön tanı ile ENMG sonuçlarının tutarlı olup olmadığını araştırmak amacıyla retrospektif olarak yapıldı. YÖNTEMLER: ENMG laboratuvarına çeşitli anabilim dallarınca yönlendirilen ve çeşitli klinik ön tanılarla istemleri yapılan 957 hasta bu çalışmaya dahil edilmiştir. Demografik bulguları, muhtemel klinik tanı, istemin yapıldığı anabilim dalı ve elektrofizyolojik inceleme sonrasında elde edilen sonuç kayıt edildi ve istatistiksel olarak değerlendirildi. BULGULAR: ENMG incelemesi yapılan 957 hastanın 644 (%67.3)’ü kadın, 313 (%32.7)’ü erkekti ve yaş ortalaması 45.40 ± 14.54 idi. Hastaların ENMG istemleri nöroloji, ortopedi, nöroşirürji ve fizik tedavi ve rehabilitasyon kliniklerince yapıldı. Hastalara uygulanan elektromiyografi sonucuna göre; hastaların %53.6’sının (n= 513) sonucu ön tanı ile uyumlu bulunurken, %41.5’inin (n= 397) ENMG’si normal olarak değerlendirildi, %4.9’una (n= 47) ise ön tanılardan farklı tanılar koyuldu. Ön tanıların ENMG ile de desteklenmesi bakımından analiz edildiğinde istem yapılan klinikler arasında istatistiksel bir farklılık saptanmadı (p= 0.794). Karpal tünel sendromu, polinöropati, radikülopati-pleksopati, tuzak nöropati ve miyopati ön tanılarının ENMG ile de desteklenmesi arasındaki farklılık istatistiksel olarak analiz edildiğinde; bu ön tanılar arasında ENMG ile uyum bakımından farklılık saptandı (p< 0.001). SONUÇ: Periferik sinir sistemi tutulumu gösteren hastalıkların tanısında önemli rol oynayan ENMG incelemesi nörolojik muayenenin bir devamıdır. Bu nedenle ENMG istemi klinik olarak koyulan tanıyı desteklemek için olduğu kadar, diğer olası ön tanıları dışlamak amacıyla da yapılabilir. Bu da çalışmamızdaki ön tanı ile ENMG sonrası tanılar arasındaki uyumdaki azlığın nedeni olabilir.Öğe Kutanöz leishmaniasis ve Hatay ilindeki durumu(2014) Çulha, Gülnaz; Doğramacı, Çiğdem Asena; Savaş, Nazan; Gülkan, BurcuAMAÇ: Yurdumuzda Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Çukurova yöresinde endemik olarak görülen kutanöz leishmaniasis (KL) yıllardır önemini koruyan bir halk sağlığı problemidir. Çalışmada 2006-2011 yılları arasında Hatay İl Sağlık Müdürlüğü ve Mustafa Kemal Üniversitesi Araştırma Hastanesi Parazitoloji Laboratuvarı verilerinin birlikte analizi ile Hatay ilinde KL olgularının ve odaklarının belirlenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEMLER: Parazitoloji Laboratuvarına Ocak 2006-Temmuz 2011 tarihleri arasında farklı polikliniklerden KL şüphesiyle başvuran 596 hastadan smear örnekleri alınmıştır. Ayrıca lezyonun süresi, sayısı, yeri, hastanın yaşı ve yerleşim yerini (ilçe ve köy olarak) içeren bilgi formları doldurulmuştur. KL şüpheli lezyonlardan smear yapılarak, Giemsa boyası ile boyanmış, 100X immersiyon objektifi ile mikroskop incelemesi yapılarak parazitin amastigot formu görünen olgulara pozitif KL tanısı konmuştur. İstatistiksel yöntemlerde ki kare testi kullanılmıştır. BULGULAR: İncelenen 596 olgudan 273 (%45,8)’ü KL açısından pozitif bulunmuştur. Pozitif olguların 139 (%50,9)’u kadın, 134 (%49,1)’ü erkek hastadır. Olguların 39 (%14,3)’unda birden fazla lezyona rastlanmıştır. Lezyonun kadınlarda baş-boyun ve gövde kısmında daha çok (p=0,036, p=0,240) erkeklerde bacakta daha fazla olduğu (p=0,014) saptanmıştır. KL tanısı konan yaş gruplarının 0-12 yaş 73 (%26,7) ve 13-24 yaş arasında 89 (%32,6) kişi olduğu, lezyon süresinin çoğunlukla 0-6 ay arasında bulunduğu saptanmıştır. Hatay İl Sağlık Müdürlüğü’ne 2006-2011 yılları arasında yapılmış tüm bildirimler incelenmiş, Mustafa Kemal Üniversitesi Hastanesi Parazitoloji Laboratuvarından yapılan bildirimler dışındaki hastaların kayıtları da incelenmiştir. Toplam 269’u erkek, 266’sı kadın hasta olmak üzere 535 hasta belirlenmiştir. İl Sağlık Müdürlüğü verilerinde yaş, cinsiyet, yaşadığı ilçe yanısıra hastanın kliniğinin değerlendirildiği gözlemlenmiştir. SONUÇ: Hatay’da önceki yıllara göre KL’nin yeni enfeksiyon odaklarının varlığı tespit edilmiştir. Bu odakların Hassa, Samandağı ve Altınözü ilçelerinde ve özellikle Suriye sınırına çok yakın olan köylerde olmasının Hatay’da olgu sayısını daha da artırabileceğini düşündürmektedir. Bu nedenle KL saptanan ilçe ve köylerde düzenli aralıklarla tarama yapılması, kayıtların düzenli tutulabilmesi ve tedavilerinin sağlanması için İl Sağlık Müdürlüğü ile birlikte tanı ve tedavi konusunda eğitimler verilmesinin gerektiği sonucuna varılmıştır.Öğe Menopoz sonrasındaki cinsel disfonksiyonun hormonal durum ve sosyokültürel faktörlerle etkileşimi(2008) Aslan, Erdoğan; Poçan, Ahmet Gürhan; Dolapçıoğlu, Kenan; Savaş, Nazan; Bağış, TayfunAmaç: Menopoz sonrasında cinsel disfonksiyonu belirleyen hormonal ve psiko-sosyo-kültürel faktörlerin değerlendirilmesi. Planlama: Olgu kontrol çalışması. Ortam: Üniversite Hastanesi Menopoz polikliniği. Hastalar: Kabul kriterlerine uyan 50 gönüllü hasta. Girişim: Gönüllü hastalara psiko-sosyo-kültürel faktörlerin daha önce hazırlanmış sorularla değerlendirildiği bir ön görüşme sonrasında FSFI anketi uygulanmıştır. Rutin menopoz muayene ve tetkiklerine ek olarak vajinal pH ölçümü ve total testosteron ve SHBG ölçülmüştür. Sonuç: Kendilerinde cinsel problem olduğunu düşünen (%50) ve menopozun cinsel hayatlarını olumsuz yönde etkilediğini düşünen kadınların(%52) FSFI skorları da uyumlu olarak düşük bulunmuştur(p=0.00). Çalışma grubunun %6’sı postmenopozal dönemde cinsel ilişkiyi ayıp-uygunsuz yada gereksiz olarak değerlendirirken , %17’si kadınlık görevi olarak cinsel hayatın devam etmesi gerektiğini düşünmektedirler. Hastalarımızın %33’ü hayattaki en önemli görevlerinin annelik olduğunu belirtmişlerdir. Stepwise lojistik regresyon analizinde FSFI skorları SAİ ile ilişkilidir. Yorum: KCD’nun ülkemizde oldukça yaygın bir problemdir. Problemin varlığını ortaya koyabilmek için sadece hastanın kendi cinsel hayatı konusunda sorgulanması bile yeterli olabilir. Androjen tedavisine aday olabilecek hastaların seçiminde SAİ daha güvenilir bir parametredir.Öğe Middle school teachers’ featured attitude, behavior for prevention of violence in schools; a sudy, development scale in Turkey(Gulhane Military Medical Academy, 2015) Savaş, Nazan; İnandı, Tacettin; Peker, Ersin; Alışkın, ÖmerAim: The aim was to determine the middle school teachers’ featured behavior to prevent violent and to create a scale. Method: 232 teachers who represent population of Antakya participated. The Scale that is created by the researchers were performed. The validity and reliability analysis were done. Result: Kaiser-Mayer-Olkin value of the scale is 0.873, result of the Barlett test is 2505.7 (p<0.001) and Cronbach Alpha reliability coefficient is 0.902. The rate of total variance explained on this scala is 61.9% and it consist of seven factors. These factors, respectively; 1.There were student-centered exercises, which enable students to participate, and evaluation of exercises regularly. 2.There were creating educational environment that improve the students’ communication skils and their self-confidence with exercises that are parent-centered. 3.It was about improving students’ social relations and their defence skils against violence with teachers’ response in the time, place and situation which carry risk for students. 4.There was teachers’ contribution to programs that prevent to violence. 5.There were establishing class rules together and taking part in applying these rules. 6.There was a teachers’ exercise to make students come together to do an activity against violence. 7.It includes teachers being not prejudiced towards their students and not hiding violent events. Conciliation: As a result theachers’ attributes and behaviors which include parents, theachers, students and school environment take an important place to prevent violance in schools. Theachers’ situation that is about preventing the violence can be evaluated with the scal e that includes these attributes and behaviors. © GATA.Öğe Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Ata Sökmen Tıp Fakültesi Acil Servise kırık nedeniyle başvuran hastalarda kırık dağılımı ve sıklığı(2009) Zararsız, İsmail; Kaya, Ergün; Savaş, Nazan; Meydan, Sedat; Davran, Ramazan; Tutanç, Murat; Duru, MehmetBu çalışmada 2007 Ekim - 2008 Ekim tarihleri arasında Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Ata Sökmen Tıp Fakültesi Acil servise başvuran kemik kırığı vakaları incelendi. Kırığın anatomik lokalizasyonu, kırık tipi, yaş gruplarına göre dağılımı ve kırığa yol açan etkenler araştırıldı. Ayrıca darp, aile içi şiddet, kırığa eşlik eden osteoporoz gibi hastalıkların olup olmadığı incelendi. Kırık vakalarının kadınlara (% 38.7) göre erkeklerde daha yüksek (% 61.3) olduğu görüldü. Ayrıca kırıklar erişkinlerde % 63 oranında tespit edildi, bu oran çocukluk çağı kemik kırıklarında daha düşük (% 37) seviyede idi. Çocuklarda üst ekstremite kırıkları daha sık görülürken, erişkinlerde alt ekstremite kemik kırıkları daha yüksek oranda tespit edildi. Çocuklarda en fazla kırılan kemik radius, onu humerus ve ulna takip ederken, erişkinlerde en fazla kırılan kemik femur idi. Kırık sebepleri arasında yüksekten düşme, trafik kazaları ve spor yaralanmaları ön sıralarda yer alıyordu. Kemik kırıklarının belirlenmesine yönelik yapılan bu çalışmada, elde edilen sonuçların insanların maruz kaldığı travmaların azaltılması ve/veya önlenmesine yönelik çalışmalarda önemli katkı sağlayacağını düşünmekteyiz.Öğe Myocardial perfusion SPECT and dobutamine stress tissue Doppler imaging in evaluation of patients with stable angina pectoris(2010) Yalçın, Hülya; Aktaş, Ayşe; Erol, Tansel; Yapar, Ali Fuat; Aydın, Mehmet; Savaş, Nazan; Yalçın, Fatih; Müderrisoğlu, HaldunTo evaluate longitudinal function of ischemic and nonischemic myocardial tissue detected by Tc-99m MIBI single photon emission computed tomography (SPECT) prior to coronary revascularization in patients with stable angina pectoris. Methods: We studied 24 consecutive patients (mean age 62±9 years; 5 women) with stable angina pectoris. All patients underwent myocardial perfusion SPECT. Tissue Doppler imaging (TDI) was performed to detect myocardial systolic velocities of anterior, inferior, septum and lateral walls at rest and peak dobutamine stress. Results: A total of 96 segments were visualized with SPECT study. Maximum mean septal, lateral, anterior and inferior TDI systolic velocities were similar in ischemic and nonischemic segments (6.73±1.04 cm/sec, 6.93±1.34 cm/sec, respectively) at rest. At peak stress, maximum mean TDI systolic velocities were lower in the 37 ischemic segments (11.00±2.03 cm/sec) than 59 nonischemic segments (13.76±1.97cm/sec, p < 0.001). Because we detected ischemia in whole group using both diagnostic tests, coronary angiography was decided. Critical coronary artery stenosis related to ischemic segments was detected and coronary revascularization decided. Conclusion: TDI with dobutamine stress can be used in patients with stable angina pectoris. In this study, we observed that quantitative data by TDI associated with SPECT showed an agreement for coronary revascularization.Öğe Notifiable communicable diseases in Turkey and their notification status: Antakya sample(Bilimsel Tıp Yayınevi, 2019) Alışkın, Ömer; Savaş, NazanIntroduction: The aim of this study was to determine the frequency and notification status of notifiable infectious diseases (NIDs) in primary, secondary and tertiary healthcare institutions in Antakya. Materials and Methods: This cross-sectional research was conducted in 2015, in Antakya. In 19 family medicine units, 1 state, 1 private and 1 university hospitals representing health care institutions, the electronic codes of NIDs (Groups A, B, C, D) for the year 2014 in accordance with the case identification in surveillance system were analyzed by being scanned based on ICD-10 diagnostic codes. Descriptive statistics and Chi-square test were used in the analyses, and p< 0.05 was considered significant. Results: Having made 30 different types of 3923 NID diagnoses, 75.2% of the NIDs were in Group A, 15.0% in Group D, and 9.8% in Group C; 16.4% of the diagnoses were gotten in Syrian refugees. The wrong ICD-10 diagnostic code was given to 59.8% of the NIDs. 41.9% of the NIDs were notified; 51.7% of Group A, 17.7% of Group D and 0.6% of Group C were notified. State hospital notified 54.5% of the NIDs, private hospital 30.9% of and university hospital 12.0% (p< 0.001). Most frequently diagnosed NIDs were rabies and rabies risky contact (32.4%), varicella (18.4%), rotavirus (11.0%), toxoplasmosis (7.5%), leishmaniasis (7.3%), acute hepatitis A (6.7%), brucella (4.7%) and tuberculosis (3.1%). In Syrian patients, the most frequently diagnosed NCD was leishmaniasis (27.0%). Among the cases with NIDs diagnosis, the most notified ones were salmonella (100.0%), malaria (100.0%), rabies and rabies risky contact (96.8%), measles (81.0%), tuberculosis (76.9%), acut hepatitis A (26.3%), brucellosis (26.1%) and rotavirus (%16.6). Conclusion: NIDs are frequently observed in Turkey in the Antakya sample, and more than half of them are not notified