Yazar "İnci, Mehmet" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 14 / 14
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Does renal parenchymal thickness affect bleeding in percutaneous nephrolithotomy ?(2013) Rifaioğlu, Mehmet Murat; Önem, Kadir; Çelik, Hüseyin; Davarcı, Mürsel; Çetinkaya, Mehmet; İnci, Mehmet; Güneşli Yetişken , Aylin; Yalçınkaya, Fatih RüştüAim: Blood loss is a major concern during percutaneous nephrolithotomy. The aim of this study was to evaluate the effect of access point parenchymal thickness on bleeding in percutaneous nephrolithotomy procedures. Materials and methods: In this study 85 patients who had undergone a percutaneous nephrolithotomy operation between February 2009 and July 2011 were reviewed retrospectively. All characteristics of the patients were investigated. The details of the operative procedure and the renal parenchymal thickness at the puncture site were also recorded. Blood loss was calculated during the peroperative and postoperative periods. Correlation and multivariate regression analysis were done to detect predictive factors on bleeding. Results: Of the 85 percutaneous nephrolithotomy procedures done, 12 (14.1%) patients had no diminution of hemoglobin value postoperatively and were excluded. This left 73 percutaneous nephrolithotomy procedures that were evaluated. The mean peroperative hemoglobin drop was 1.79 ± 1.17 mg/dL. Stone size, operation time, and grade of hydronephrosis were correlated with hemoglobin drop significantly (P = 0.047, P = 0.016, and P = 0.034, respectively). There was no correlation between parenchymal thickness and bleeding (P = 0.545). In multivariate regression analysis, only the operation time was found to be a statistically significant independent predictive factor for peroperative bleeding in percutaneous nephrolithotomy (P = 0.005). Conclusion: Renal parenchymal thickness and the grade of hydronephrosis do not predict peroperative hemorrhage in percutaneous nephrolithotomy procedures.Öğe Erkeklerde perine bölgesinde demodex folliculorum araştırılması(2012) İnci, Mehmet; Yula, Erkan; Kaya, Özlem; İnci, Melek; Yalçınkaya, Fatih Rüştü; Rifaioğlu, Emine Nur; Demirbaş, OnurBu çalışmada erkeklerin perine bölgesinde Demodex folliculorum araştırılması amaçlandı. Çalışmaya çeşitli şikayetlerle üroloji polikliniğine başvuran 122 erkek hasta dahil edildi. Hastaların perine bölgeleri lokal deri bulgusu açısından değerlendirildi ve standart yüzeyel deri biyopsisi yöntemiyle örnekler alındı. Mikroskobik incelemede cm2’de 5 ve daha fazla Demodex sp. görülmesi pozitif olarak değerlendirildi. Çalışmaya dahil edilen hastaların yaş ortalaması 46.4 ± 18.3 yıl ( 18 -83 yıl) olarak belirlendi. Hastaların 15’inde (% 12.3) D. folliculorum pozitif olarak saptandı. D. folliculorum pozitif bulunan hastaların yaş ortalaması 61.93 ± 17.72 yıl, negatif olguların ise 44.26 ± 17.40 yıl olarak bulundu (p= 0.002). D. folliculorum pozitifliğine en sık benign prostat hipertrofisi olan hastalarda rastlandı. Üroloji hastalarında perine bölgesinde D. folliculorum akarları görülebilmekle birlikte etkenin varlığı özellikle çeşitli klinik bulguları olan hastaların yönetiminde göz önünde bulundurulmalıdır.Öğe Hatay ili 7-11 yaş arası dış genital organ anomali oranları(2012) Davarcı, Mürsel; Rifaioğlu, Mehmet Murat; İnci, Mehmet; Yalçınkaya, Fatih Rüştü; Gökçe, Ahmet; Turhan, Ebru; Tutanç, Murat; Kaya, Yusuf SelimAmaç: Bu çalışmada Hatay il merkezinde öğrenim gören ilköğretim çağındaki erkek çocuklarda dış genitaorgan bozukluğu sıklığı ve çeşitliliğinin belirlenmesi hedeflendi. Yöntem: Mustafa Kemal Üniversitesi Etik komitesi tarafından çalışma onaylandıktan sonra, il merkezindek6 adet ilköğretim okulunda öğrenim görmekte olan ve rastgele örnekleme yöntemi ile 7-11 yaş arasındaktoplam 981 erkek öğrenci çalışmaya dahil edildi. Tüm öğrenciler iki üroloji uzmanı tarafından okullarında muayene edildi ve tespit edilen dış genital organ anomalileri kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya katılan 981 öğrencinin 126’sında (%12,8) anomali saptandı. Saptanan anomalilerinmemiş testis 60(%6,1),retraktil testis 49 (%5), inguinal herni 7(%0,7), hipospadiyas 4(%0,4), hidrose4(%0,4) ve varikosel 2(%0,2) idi. Çalışmamızda, Hatay il merkezinde ilköğretim çağındaki çocuklardagenital anomali oranını tespit etmeye çalıştık. Sonuç: Dış genital anomali oranları diğer yapılan tarama çalışmalarında birbirine yakın değerler bulunsa bile ülkemizde dış bölgelere göre farklılıklar izlenmektedir.Öğe The impact of NIH-IV prostatitis on early post-operative outcomes of transurethral resection of the prostate in patients with symptomatic benign prostate hyperplasia(2011) Yalçınkaya, Fatih Rüştü; Gökçe, Ahmet; Davarcı, Mürsel; Güven, Eşref Oğuz; İnci, Mehmet; Kartal, Süleyman Barış; Ayyıldız, Ali; Balbay, Mevlana DeryaAim: Transurethral prostate resection (TURP) is still considered the gold standard in the treatment of symptomatic benign prostate hyperplasia (BPH). Category IV chronic prostatitis (CP) is described by the National Institute of Health (NIH-IV) as the asymptomatic infl ammation of the prostate and it may be detected along with benign prostate hyperplasia (BPH) during histological examinations of the prostate. In this study, we evaluate the impact of the presence of NIH-IV defi ned prostatitis on early post-operative outcomes of transurethral resection of the prostate. Materials and methods: Between 2004 and 2008, medical records of 247 patients who underwent TURP in Adana Numune Training and Research hospital were examined, retrospectively. Patients who had a histological diagnosis of only BPH were considered in Group 1 whereas Group 2 consisted of patients with both NIH-IV CP and BPH simultaneously. Factors such as total prostate specifi c antigen (tPSA) levels, International Prostate Symptom Scores (IPSS), singlequestion quality of life (QoL) assessments, maximum fl ow rates (Q max), residual urine volumes, catheterization times, re-catheterization rates, and the duration of re-catheterization were compared between these 2 groups. IPSS, QoL, and urofl owmetry measurements were compared between the 2 groups again at the third post-operative month. Statistical analysis with Student’s t and chi-square tests was performed with SPSS ® version 16. Results: Preoperatively, no statistically signifi cant diff erence was present between the 2 groups with respect to IPSS, Q max, QoL, prostate volume, tPSA, and mean catheterization time (P > 0.05); however, re-catheterization rates were signifi cantly diff erent (P < 0.05). While meaningful diff erence was found between 90th day IPSS and QoL medians (P < 0.05), there was no diff erence in Q max medians (P > 0.05). Conclusion: NIH-IV chronic prostatitis shows negative eff ects on the subjective post-operative results and recatheterization frequency of BPH patients that have undergone TURP.Öğe Nitrofurantoin ve fosfomisinin idrar yolu enfeksiyonu etkeni olan e. coli izolatalarına invitro etkiliği(2013) İnci, Mehmet; Yula, Erkan; Motor Köksaldı, Vicdan; Davarcı, Mürsel; Duran, Nizami; Kılınç, Çetin; İnci, MelekObject: One of the most frequently isolated microorga- nisms urinary tract infections (UTI) is E. coli. In this study, we aimed to determine susceptibility of E. coli strains isolated from patients with UTI against nitrofurantoin, fosfomycin trometamol and some other frequently used antibiotics. Material and Method: Totally 140 E. coli strains were used in the study. Extended-spectrum beta-lactamase (ESBL) test was performed by double-disc synergy test and antibiotic susceptibility was determined by Kirby- Bauer disc diffusion method according to Clinical and Laboratory Standards Institute (CLSI) criteria. Results: It was found that 93.6% of the isolates were susceptible to nitrofurantoin whereas 91.4% of the isolates were susceptible to fosfomycin. Among the other antibiotics, susceptibility was highest to cefepime and ceftazidime and lowest to ampicillin. Regarding ESBL production of the isolates, there was no significant difference between hospital and community acquired infections, and fosfomycin and nitrofurantoin resistance. Conclusion: It was concluded that nitrofurantoin and fosfomycin could be preferred in the empiric treatment of UTIÖğe A practice report of bladder injuries due to gunshot wounds in Syrian refugees(2014) İnci, Mehmet; Karakuş, Ali; Rifaioglu, Mehmet Murat; Yengil, Erhan; Atcı, Nesrin; Akın, Ömer; Tuzcu, Kasım; Kiper, Ahmet; Demirbaş, Onur; Şahan, MustafaAMAÇ: Suriyeli mültecilerde mesane rüptürlerindeki tecrübelerimizi paylaşmak, tanı ve tedaviye göre literatürü taramak. GEREÇ VE YÖNTEM: Suriye'deki çatışmalarda abdominal ve ingüinal ateşli silah yaralanması ve mesane rüptürü olan 22 olgu sunuldu. Yaş, mekanizma/hasar bölgesi, ilişkili yaralanmalar; revize travma skoru (RTS) hasar ciddiyet skoru (ISS), travma yaralanması şiddet skoru (TRISS) ve komplikasyonları analiz edildi. Mesane yaralanma ciddiyeti Amerikan travma semptom skoru birliğine (AAST-OIS grade >II veritabanı) göre sınıflandırıldı. Mesane rüptür tipi BT sistografi bulguları temelli mesane yaralanma sistemi sınıflamasına göre tanımlandı. BULGULAR: Ortalama yaş 26 (18-36) ortalama hasar ciddiyet skoru 22 (10-57) idi. Ortalama travma yaralanması şiddet skoru 0.64 (0.004-0.95) ve revize travma skoru 6.97 (3.30-7.84) idi. Mortalite grubunda ortalama ISS, TRUS ve RTS sırasıyla 48 (36-57), 0.016 (0.004-0.090) ve 4.10 (3.30-4.92) idi. Oysa ortalama ISS, TRISS ve RTS sırasıyla yaşayan grupta (p=0.06) sırasıyla 21 (10-26), 0.64 (0.49-0.95) ve 7.24 (5.65-7.84) olarak bulundu. CT sistografide 17 tip 2, 3 tip 4 ve 2 tip 5 mesane yaralanması gösterildi. AAST-OIS'ye göre dokuz adet grade IV, altı adet grade VII, beş adet grade II ve iki adet grade V yaralanma vardı. TARTIŞMA: Savaş ortamında yaralanmalar ciddi ve multipl olduğunda cerrahi explorasyon ve kapama zorunludur. Mortalite riski yüksek ISS düşük TRISS ve düşük RTS değerleri ile ilişkiliydiÖğe Prevalence of carotid artery calcification on panoramic radiographs in patients with renal stones(2013) Üstün, İhsan; İnci, Mehmet; Demirtaş, Abdullah; Şişman, Yıldıray; Gökçe, Cumali; Tarım Ertaş, ElifAim: To determine the prevalence of carotid artery calcification (CAC) detected in routine dental radiography (PRs) in patients with kidney stones (KSs) and to investigate the relationship between CAC-atherosclerosis and KSs. Materials and methods: A total of 108 patients with renal stones were included in the present study. A history of renal colic, with confirmed hematuria and voiding of the calculus, radiographic evidence of KSs, or previous surgical and endoscopic removal of KSs, was used to define the nephrolithiasis. KS patients were evaluated by PR in terms of the presence of CAC. Subjects with either unilateral or bilateral CAC on these radiographs were identified. Results: Of the 108 patients included in the data analysis, 18 (16.6%) were detected as having CAC upon PR; of these, there were 8 males (11.5% of all males) and 10 females (25.6% of all females) (P > 0.05). There was no significant difference between the patients with CAC and the patients without CAC in any aspect of biochemical parameters, and also in the history of predisposing factors (P > 0.05). The CAC prevalence (16.6%) was significantly higher in patients with KSs when compared to the normal population (5.06%) in our previous study (P > 0.05). Conclusion: Our study shows that CAC is significantly higher in patients with KSs when compared to the normal population. This study may draw the attention of clinicians to the fact that patients with KSs should be evaluated further for atherosclerosis and treated for vascular risk factors.Öğe Relationship between urolithiasis and diastolic functions of the heart(2013) İnci, Mehmet; Şarlı, Bahadır; Çelik, Ahmet; Demirtaş, Abdullah; Baydilli, Numan; Akpek, Mahmut; Kaya, Mehmet GüngörAim: Relationships between urolithiasis and cardiovascular disorders were evaluated in several studies. In this study, we aimed to investigate whether urolithiasis causes a decline in cardiac diastolic functions. Materials and methods: Seventy-seven consecutive patients and 40 age- and sex-matched controls were included in this study. Transthoracic echocardiography was performed for all patients. Results: There were 77 patients (mean age: 45 ± 14 years, 64% male) in the stone-formers group and 40 patients (mean age: 43 ± 12 years, 63% male) in the control group. Peak E wave velocity (0.67 ± 0.21 to 0.85 ± 0.18, P = 0.001) and E/A ratio (0.97 ± 0.21 to 1.37 ± 0.27, P = 0.001) were significantly lower in stone formers than in control patients. In addition, peak A wave velocity (0.74 ± 0.15 to 0.69 ± 0.14) was significantly higher in stone formers than control patients (P = 0.01). Diastolic dysfunction was more frequent in stone formers than control patients (P = 0.015). Conclusion: This study shows that there is a link between urolithiasis and cardiac diastolic dysfunction. Urolithiasis should therefore be recognized in evaluation of patients with diastolic dysfunction.Öğe Şiddetli bir TUR-P Sendromu olgusu(2014) Tuzcu, Kasım; Canpolat, Halis; Sılay, Emin; Gökahmetoğlu, Günhan; İnci, MehmetGünümüzde benign prostat hipertrofisinde (BPH), lazer kullanımı gibi alternatif cerrahi tedaviler geliştirilmesine rağmen klasik transüretral prostat rezeksiyonu (TUR-P) yöntemi hala altın standart olarak görülmektedir. Ancak bu yöntemin uygulandığı olguların %1,1’inde TUR-P sendromu gelişebilmektedir. Spinal anestezi altında 66 yaşında, 82 kg ağırlığındaki olgumuzda intraoperatif dönemde hemodinami stabil seyrederken baş ağrısı ve bulantı şikayetinin ardından görme bozukluğu, solunum sıkıntısı, hipotansiyon ve konvülzyon gelişti. Her iki akciğerde dinlemeyle bilateral krepitan ralleri olan hastanın çekilen akciğer grafisinde bilateral interstisyel infiltrasyonlar tespit edildi. Yapılan tetkiklerde hiponatremi ve trombositopeni tespit edilen hastaya TUR-P sendromu tanısı konularak tedavisi düzenlendi. Sonuç olarak rejyonal anestezi hastanın mental durumunun değerlendirilmesini sağlayarak TUR-P sendromunun erken tanı ve tedavisine olanak sağlar. Ancak anestezi doktorunun bu sendromu tanımada deneyimli ve dikkatli olması gerektiğini düşünüyoruz.Öğe Toxic effects of formaldehyde on the urinary system(2013) İnci, Mehmet; Zararsız, İsmail; Davarcı, Mürsel; Görür, SadıkFormaldehit suda çok iyi çözünen renksiz, keskin kokulu, organizmanın doğal yapısında da bulunan bir kimyasal maddedir. Formaldehit organizmaya alındıktan sonra karaciğer ve eritrositlerde formik asit’e me- tabolize olur ve vücuttan atılımı ya idrar ve dışkı yoluyla yada solunum yoluyla gerçekleşir. Endüstriyel alanda ve medikal sahada oldukça yaygın olarak kullanılan formaldehit’e, bu sektörde çalışan işçiler ol- dukça sık maruz kalırlar. Özellikle anatomistler ve tıp öğrencileri diseksiyon dersleri esnasında formaldehit gazından etkilenirler. Formaldehit’ten tam korunma, bu kimyasalı kullanan sanayi kuruluşları ve laboratuar çalışanları için imkansız olsa da, toksik etkilerini önlemek ve / veya azaltmak için bazı önlemler alınabilir. Bu makalede formaldehit’in üriner sistem üzerine olan toksik etkilerinin belirlenmesi amaçlandı.Öğe Transrektal prostat biyopsisi sonrası akut bakteriyel prostatit sıklığı ve risk faktörleri(2013) İnci, Mehmet; Davarcı, Mürsel; Yengil, Erhan; Rifaioğlu, Mehmet Murat; Yalçınkaya, Fatih Rüştü; Demirbaş, Onur; Köksaldı Motor, Vicdan; İnci, MelekAmaç: Bu çalışmada amaç, transrektal prostat biyopsisi sonrası meydana gelen akut bakteriyel prostatit (ABP) sıklığını ve risk faktörlerini araştırmaktır. Yöntem: Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Üroloji Bölümü’nde Şubat 2010-Nisan 2012 tarihleri arasında ultrasononografi eşliğinde transrektal prostat biyopsi yapılan 335 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaşı, özgeçmişindeki kronik hastalıklar, prostat hacmi, biyopsideki kor sayısı, biyopsi endikasyonları, kaçıncı kez biyopsi yapıldığı, ABP gelişenlerin idrar ve kan kültürü sonuçları kaydedildi. Bulgular: Biyopsi sonrası ABP sıklığı %2.4 olarak bulundu. ABP gelişen 8 olgunun 6’sında (%75) idrar ve/veya kan kültüründe levofloksasine dirençli Escherichia coli ürediği ve bunların 3’ünün (%50) geniş spektrumlu beta-laktamaz ürettiği belirlendi. İzolatlar sefalosporinlere ve aminoglikozitlere duyarlı olarak bulundu. ABP gelişen hastalarda anlamlı olarak daha yüksek oranda tekrar biyopsi yapıldığı belirlendi. Sonuç: Transrektal prostat biyopsisi profilaksisinde florokinolonlar birçok olguda etkin antibiyotiklerdir. Birden fazla biyopsi uygulaması ABP gelişimini arttırabilir. ABP gelişen olgularda florokinolonlara yüksek oranda direnç görülebileceğinden, sefalosporinler ve aminoglikozitlerle tedavi daha etkin olabilir.Öğe Üriner sistem taşlarında iki senelik şok dalgası ile taş kırma tedavisi sonuçları(2012) Davarcı, Mürsel; Rifaioğlu, Murat; Yalçınkaya, Fatih Rüştü; İnci, MehmetAmaç: Üriner sistem taşlarında vücut dışı şok dalgası ile taş kırma (SWL) tedavisi ile başarı oranları ve başarıyı etkileyen faktörleri incelemek. Gereç ve yöntem: Şubat 2010 ile Aralık 2011 tarihleri arasında Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı’nda üriner sistem taşları nedeni ile SWL tedavisi yapılan 101 hastaya ait bilgiler geriye dönük olarak incelendi. Hastaların cinsiyetleri, taş lokalizasyonları, taş bulunan böbrek, taş boyutları, tedavi sonuçları, taşsızlık oranları belirlendi. Bulgular: Çalışmamıza 68(%67,3) erkek, 33(%32,7) kadın olmak üzere toplam 101 üriner sistem taşı olan hasta incelendi. Böbrek taşlarının lokalizasyona göre başarı oranlarımız taş boyutundan bağımsız olarak alt kalikste %52,4, orta kalikste %68, üst kalikste %100, pelvis yerleşimli taşlarda %76,5 olarak bulundu. Çalışmamızda taş boyutlarına göre başarı oranları 100 mm2’den küçük taşlar için %73,7, 100-200 mm2 arası taşlar için %75, 200-300 mm2 arası taşlar için %25ve 300 mm2’den büyük boyutundaki taşlarda ise %50 olarak saptandı. Üreter bölgelerine göre SWL başarı oranlarımız üst üreterde %75, orta üreterde %76,9 ve alt üreterde %71,4 olarak bulundu. Sonuç: SWL’de başarı taş boyut ve lokalizasyonuna bağlıdır. Başarı oranlarımız taşın boyut ve lokalizasyonlarına göre değişmekle beraber önceki raporlarla uyumlu bulunmuştur.Öğe Urodynamic evaluation of acute effects of sildenafi l on voiding among males with erectile dysfunction and symptomatic benign prostate(2012) Yalçınkaya, Fatih Rüştü; Davarcı, Mürsel; Akçin, Soner; Gökçe, Ahmet; Güven, Eşref Oğuz; İnci, Mehmet; Balbay, Mevlana DeryaAim: To evaluate the acute eff ects of sildenafi l citrate on micturition of men with erectile dysfunction and symptomatic benign prostatic hyperplasia using urodynamic parameters. Materials and methods: Between June and December 2009, a total of 50 patients over the age of 40 participated in the study. Th e patients were admitted to our hospital with erectile dysfunction and moderate to severe lower urinary symptoms with benign prostatic hyperplasia. To examine the sexual function of the participants, we used the IIEF-5 Sexual Health Inventory for Men questionnaire. Patients were randomly divided into 2 groups: a treatment group and a control group. A basal urodynamic evaluation was performed in both groups. Aft er the urodynamic evaluation, 50 mg of sildenafi l was given to the patients in the control group and 1 h later a second evaluation was performed. Following the urodynamic evaluation, a placebo was given to the patients in the control group and then a second evaluation was performed aft er 1 h. Results: A statistically signifi cant increase was seen in maximal fl ow and average fl ow (Qmax and Qave) aft er 1 hin the treatment group. Th e increase in the control group was not signifi cant. Conclusion: Based on the study fi ndings, we suggest that sildenafi l has an eff ect on micturition in the short term. However, to determine the role of sildenafil in the treatment of BPH/LUTS, further studies with larger patient groups are needed.Öğe Ürolojik kanserli hastalarda demodex follicuorum araştırılması(2012) İnci, Mehmet; Aycan Kaya, Özlem; İnci, Melek; Yula, Erkan; Gökçe, Hasan; Rifaioğlu, Mehmet Murat; Demirtaş, Onur; Yengil, ErhanAmaç: Bu çalışmada, ürolojik kanserli hastalarda Demodex folliculorum sıklığının belirlenmesi amaçlandı. Yöntemler: Çalışmaya Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Üroloji Kliniği’ne Mart 2011-Nisan 2012 tarihleri arasında başvuran 49 ürolojik kanserli hasta ve kontrol grubu olarak yaş ve cinsiyeti uyumlu 31 sağlıklı birey dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri kaydedildi. Bireylerin perine bölgesinden standart yüzeyel deri biyopsisi yöntemiyle örnek alındı ve mikroskobik olarak incelendi. Her bir cm2’de 5 ve daha fazla D. folliculorum görülmesi pozitif olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların yaş ortalaması 60.2±18.6 olarak belirlendi. Kanser hastalarının 11’inde (%22.4), kontrol grubunun ise 1’inde (%3.2) D. folliculorum pozitif olarak değerlendirildi. Kanser tanısı olan grupta D. folliculorum sıklığının kontrol grubuna kıyasla anlamlı oranda yüksek olduğu saptandı. Kanser grupları arasında D. folliculorum saptanma yönünden istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı. Kanserli grupta D. folliculorum pozitif olan hastaların yaş ortalamasının negatif olanlardan anlamlı oranda yüksek olduğu belirlendi. Sonuç: Kanser gibi immünsüpresyon durumlarında D. folliculorum görülme oranının artabileceği hatırda tutulmalıdır. (Turkiye Pa