Yazar "Şahpolat, Musa" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 12 / 12
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Amotivasyonel sendrom : az bilinen ve tanı konulan bir klinik(2015) Arı, Mustafa; Şahpolat, Musa; Kokaçya, Mehmet Hanifi; Çöpoğlu, Ümit SertanAmotivasyonel sendrom (AS) süreğen esrar kullananlarda tanımlanmış geniş anlamıyla ilgisizlik, vurdumduymazlık ve asosyal davranışı içermektedir. Bu etkilerin bir kısmı genel olarak diğer santral sinir sistemi baskılayıcılarında da görülmektedir, bundan dolayı bu sendromu esrar kullanımına özgülemenin ne kadar doğru olduğu hala tartışılmaktadır. AS genellikle ergenlik çağında ve erkek- lerde görülmektedir. Farklı çalışmalarda AS görülme sıklığı olarak düzenli esrar kullananlarda %16 ve %21 gibi oranlar bildirilmiştir. Patofizyolojisinde rol oynayan nedenler hala tartışmalı olmakla birlikte etiyolojide en sık suçlanan etmen esrardır. Nörobiyolojisinde noradrenerjik ve dopaminerjik sistemleri içeren limbik yolakta meydana gelen değişiklikler suçlanmaktadır. Tanısı öznel yakınmalara dayanır, tanı klinik belirtiler ve Apati Değerlendirme Ölçeği (ADÖ) kullanılarak konmaktadır. AS tedavisi konusunda günümüzde çok az deneysel veriler mevcuttur ve klinik deneyim de oldukça azdır. Aralık 2013’te seçilen ‘amotivational syndrome, cannabis and amotivational syndrome, cannabis and motivation’ anahtar sözcükleriyle yapılan PUBMED taraması sonucunda 1960’dan beri yayınlanan, esrar ve AS ilişkisini inceleyen çalışmalar gözden geçirilmiştir. Bu yöntem sonunda 76 tanesi direkt AS ile ilişki olmak üzere 536 makaleye ulaşılmıştır. İngilizce olmayan makaleler değerlendirme dışı bırakılmıştır.Öğe Bir üniversite hastanesi çalışanlarında obezite görülme sıklığının ve beslenme alışkanlıklarının araştırılması(2016) Canbay, Özden; Doğru, Esra; Katayıfçı, Nihan; Duman, Fatma; Şahpolat, Musa; Kaya, İnci; Dağ, Ersin; Kuş, KudretAmaç: Çalışmanın amacı, sağlık çalışanlarında obezitenin görülme oranının belirlenmesi ve obezitenin depresyon ile fiziksel sağlık üzerindeki etkisinin araştırılmasıdır.Gereç ve Yöntem: Araştırma Mustafa Kemal Üniversitesi Araştırma Hastanesi sağlık personeli ve yardımcı personele uygulanmıştır. Çalışmaya 131 birey dahil edildi. Sosyodemografik bilgi formu, New York postür analizi ve Beck depresyon ölçeği uygulandı. Bireylerin Vücut Kitle İndeksi (VKİ), günlük çalışma saatleri, günlük öğün sayıları, vücut imajı algısı, beslenme alışkanlıkları ve uyku durumları sorgulandı.Bulgular: Değerlendirmeye 19-60 yaş aralığındaki bireyler alındı. Değerlendirilmeye alınan 131 bireyin; 52'si erkek, 79'u bayandı. Bu bireylerin 85'i evli, 46'sı bekardı. Yemek masası başında zaman harcama süresi ile obezite arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı. Algı ile VKİ arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu. Bir öğünde aşırı tüketilen yiyecek sayısı ile obezite arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptandı. Yemek yerken su içme ve yemekleri az çiğneme ile VKİ arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı. Obez kişilerde asitli içecek tüketim sıklığı diğer bireylere göre istatistiksel olarak anlamlı daha fazla olduğu bulundu. Meyve-sebze tüketim sıklığı ile VKİ arasında istatistiksel anlamlı farklılık bulundu. Obez ve şişman olan bireylerin normal ve zayıf olan bireylere göre daha sık meyve tükettiği gözlemlendi. Yağlı şekerli besin tüketim sıklığı obez ve şişman bireylerde zayıf ve normal bireylere göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı. Yemek öğün sayısı ile VKİ arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu. Sonuç: Önemi ve tehlikesi giderek artan bir toplum sorunu olan obezite ile mücadelede temel kişiler olan sağlık çalışanlarında obezite sıklığı ve etkileyen faktörlerin belirlenmesi son derece önemlidir. Obezitenin postür analizleri sonucunda önemli ortopedik sorunları da beraberinde getirdiği düşünülmektedir Ayrıca kilolu veya obez olan bireylerin vücut imajı algısının problemli olması obezitenin biyo-psiko-sosyo-kültürel açıdan değerlendirilerek tedavi programlarının kapsamlı olarak oluşturulması gerektiği düşünülmektedir. Obezitenin sistemik hastalıklar özellikle kardiyak, diyabet ve ortopedik problemleri de beraberinde getirmesi sonucunda bireye özgü uygun egzersiz verilmesi gerektiği düşünülmektedir. Aksi durumda ciddi sakatlanmaların ve hayati durumun ciddiyetini önemli derecede etkileyeceğini düşünülmektedir.Öğe Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ile prezente olan corpus callosum agenezisi : iki olgu bildirimi(2013) Şahpolat, Musa; Çelik, Gonca; Avcı, Ayşe; Tahiroğlu, AyşegülDikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) erişkin hayatta da devam edebilen, tedavi edilebilir nöropsikiyatrik bir bozukluktur. Dikkat eksikliği, aşırı hareketlilik ve dürtüsellikle karakterize üç alt tipi bulunmaktadır. DEHB, etiyolojisi halen yeterince aydınlatılamamış bir alandır. DEHB de erken gelişim evrelerinde, çeşitli genetik ve çevresel etkenlerin etkileşimiyle, nörogelişimde bir aksama olduğu öne sürülmektedir. Korpus kallozum, korteksten köken alan uyaranları karşı taraf hemisfere bağlayarak beynin motor, duyusal ve kognitif performansını sağlamaktadır. Bu bölgede meydana gelen bir hasar kognitif beceriler, konuşma, ögrenme ve dürtü kontrol gibi beyin fonksiyonlarında bozulmaya neden olabilir. Bu yazıda; ilk ruhsal belirtileri dikkat eksikliği ve hiperaktivite olan iki çocuk olgudaki, korpus kallozum agenezisi ve DEHB birlikteliğinin olası patofizyolojik mekanizmaları tartışılmaktadır.Öğe The frequency of Demodex spp in depression patients(2014) Kokaçya, Mehmet Hanifi; Yengil, Erhan; Aycan Kaya, Özlem; Şahpolat, MusaObjective: Demodex spp., usually located on the human skin, including the face and eyelashes, is a mandatory ectoparasite. The aim of this study was to evaluate the prevalence and factors affecting Demodex spp. in patients with depression. Materials and Methods: In this study, 63 depressed patients and 63 healthy controls were evaluated. To collect samples for analysis, a drop of glue containing cyanoacrylate was put on a lamella and the lamella was pressed on the certain areas of the face (forehead, cheeks, nose, and chin) for about a minute. Then it was carefully removed and the density of Demodex spp. in a cm 2 was counted under a microscope. For the diagnosis, the presence of fve or more Demodex spp. in a cm 2 was considered to be positive. Results: In 23.8% of depressed patients (n=15) and in 9.5% of the control group (n=6), Demodex spp. was detected in the facial area. The presence of Demodex spp. in the facial area of depressed patients was signifcantly higher compared to the control group. When CGI severity scores of patients and the relationship between the severity of depression and the presence of Demodex spp. were compared, no signifcant difference was detected. Conclusion: Depression may be a risk factor for the infection of Demodex parasites because of impaired immune system as well as reduction of self-care and hygiene of the person. For the itchy lesions on the face of depressed patients, Demodex spp. infestation should also be taken into consideration.Öğe Hemşirelerin çalışma ortamlarının iş doyumu üzerine etkisi(2015) Tambağ, Hatice; Kahraman, Yelda; Şahpolat, Musa; Can, RanaAmaç: Bu çalışmanın amacı, hemşirelerin iş doyumunu etkileyen faktörleri karşılaştırmalı olarak incelemek, doyumu azaltan etkenleri belirlemek ve doyumu artırabilecek önerilerde bulunmaktır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan araştırma, Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi’nde çalışan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 174 hemşire ile yapılmıştır. Veriler, tanıtıcı bilgi formu, çalışma ortamı ölçeği (ÇOÖ) ve Minnesota iş doyumu ölçeği (MİDÖ) ile toplandı. Bulgular: Hemşirelerin MİDÖ puan ortalaması 64.24±11.00 ve ÇOÖ toplam puan ortalaması 88.52 ±11.66 olarak bulundu. Kadınların, ÇOÖ toplam puanı (t=0.979 p=0.020), çalışan korkuları (t=0.196 p=0.042) ve kalite yönetimi (t=0.451 p=0.042) alt ölçek puan ortalamalarının, erkeklere göre yüksek ve istatistiksel olarak anlamlı saptandı. Sonuç: Bu çalışmaya katılan hemşirelerin, iş doyumlarının, orta düzeyde olduğu ve çalışma ortamlarını olumlu değerlendirdikleri; kadın cinsiyet olma, çalıştığı birimden memnun olma, sosyoekonomik düzeyin yüksek olması ve diğer sağlık personeli ile sorun yaşamamış olma iş doyumunu etkileyen olumlu faktörler olarak belirlendi.Öğe İlk atak psikoz ve kronik şizofreni hastalarının serum apelin, visfatin ve resistin düzeyleri arasındaki ilişkinin araştırılması(Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2015) Şahpolat, Musa; Arı, MustafaGiriş ve Amaç: Şizofreni; davranışın bilişsel, emosyonel, algısal yönlerini kapsayan, yıkıcı psikopatolojik etkileri olan, varsanı ve sanrılara eşlik eden davranış bozukluklarının görüldüğü, kişinin kendine özgü bir içekapanım dünyasına çekildiği bir klinik sendromdur. Bugün için hala şizofreni tanı, takip ve taramasında kullanılabilecek yeterli bir laboratuar testi bulunmamaktadır. Bu çalışma yeni keşfedilen moleküller olan apelin, visfatin ve resistinin şizofreni ile ilişkisini ve biyomarkır olarak kullanılıp kullanılamayacaklarını araştırmak amacıyla planlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya psikiyatri polikliniğine başvuran 29 tedavisiz ilk atak psikoz hastası, 30 kronik şizofreni hastası ve 29 sağlıklı gönüllü denek alınmıştır. Tüm katılımcılara Structured Clinical Interview for DSM-IV (SCID I), Pozitif ve Negatif Sendrom Ölçeği (PANSS), Klinik Global İzlenim Ölçeği (KGI) uygulandı. Bütün katılımcılardan 12 saat açlığı takiben periferik kan örnekleri alındı. Serum apelin, visfatin ve resistin düzeyleri ölçüldü. Bulgular: İlk atak psikoz grubunda 17'si(%58,6) erkek, 12'si(%41,3) kadın, kronik şizofreni grubunda 17'si (%56,6) erkek, 13'ü (%43,3) kadın ve sağlıklı kontrol grubunda 13'ü(%44,8) erkek, 16'sı(%55,1)kadın olmak üzere toplam 47'si(%53,4) erkek, 41'i (%46,6) kadın çalışmaya alındı. Gruplar arasında yaş, medeni durum, meslek ve VKİ (Vücut Kitle İndeksi) bakımından fark yoktu. İlk atak psikoz (156.88±86.09) görülen olguların serum apelindüzeyleri, kronik şizofreni hastası (108.04±59.47) ve kontrol grubu (104.01±56.60) olgulardan anlamlı düzeyde yüksek saptandı (p=0.034; p=0.012). Çalışmamızda gruplara göre ilk atak psikoz (5.78±1.10), kronik şizofreni hastası (6.24±1.35) ve kontrol grubu (6.38±0.86) olguların serum visfatin ölçümleri düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.109). İlk atak psikoz (14.19±1.44) ve kronik şizofreni (13.89±1.62) görülen olguların resistin ölçümleri, kontrol grubu (12.79±1.80) olgulardan anlamlı düzeyde yüksek saptandı (p=0.003; p=0.016). Sonuçlar: Çalışmamız sonucunda ilk atak psikoz olgularının serum apelin düzeylerinde anlamlı yükseklik saptandı. Gruplar arasında serum visfatin düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. İlk atak psikoz ve kronik şizofreni görülen olguların serum resistin düzeyleri, kontrol grubu olgulardan anlamlı düzeyde yüksek saptandı.Öğe Otoskopik fenomenin eşlik ettiği kannabis kullanımına bağlı psikotik bozukluk olgusu(2015) Kokaçya, Mehmet Hanifi; Çöpoüğlu, Ümit Sertan; Şahpolat, Musa; Arı, MustafaKannabis (esrar), en fazla kullanılan bağımlılık yapan yasa dışı maddelerden birisidir. Kannabis kullanımı ile birlikte görülen psikiyatrik belirtiler huzursuzluk, uykusuzluk, depresif ya da yükselmiş duygudurum, anksiyete, halüsinasyonlar ve konsantrasyon güçlüğüdür. Kannabis kullanımının psikoz ve bipolar bozukluk ortaya çıkma riskini arttırdığı ve var olan psikoz ve bipolar bozukluğun klinik görünümünü kötüleştirdiği bilinmektedir. Otoskopik psikozun karakteristik semptomu, kişinin kendi vücudunun bir parçasının ya da tümünün görsel varsanısıdır. Kişinin davranışları taklit ediliyor ve sanki aynada görünüyormuş gibi algılanır. Herhangi bir mental bozukluğun özel bir semptomu değildir. Sebebi tam olarak bilinmemektedir. Bu olgu sunumunda, kannabis kullanımına bağlı otoskopik psikoz tanısıyla takip edilen hastanın klinik belirtileri literatür eşliğinde tartışılmıştırÖğe Patients with first episode psychosis and chronic schizophrenia may not differ in mean platelet volume affecting its value as an indicator of cardiovascular disease(Psikofarmakoloji Derneği, 2019) Şahpolat, Musa; Arı, MustafaObjective: The aim of the present study was to examine differences in terms of mean platelet volume (MPV) in patients with first episode psychosis, chronic schizophrenia, and psychiatrically healthy controls and to determine the potential value of MPV for cardiovascular disorders in patients with psychotic disorders. Methods: A total number of 32 patients with first episode psychosis, 44 patients with chronic schizophrenia, and 43 randomly selected weight- and body mass index-matched psychiatrically healthy controls who presented to the Psychiatry Outpatient Clinic were included. The Positive and Negative Syndrome Scale (PANSS) was administered to the patients group. The body mass index (BMI) was calculated and MPV was measured for each subject. Results: The mean MPV level was 9.38±1.00 fL in patients with first episode psychosis, 9.60±1.02 fL in patients with chronic schizophrenia, and 9.2±0.94 fL in psychiatrically healthy controls group. MPV levels were not significantly different between the three groups. There were no statistically significant differences between the three groups in terms of platelet count or BMI. There were no statistically significant correlations between the MPV levels and total PANSS scores in the patients groups. Conclusions: To the best of our knowledge, the present study was the first to evaluate the MPV levels in patients with first episode psychosis. We consider that it is not appropriate for MPV to be used as an indicator for CVDs in patients with psychosis. Better-designed and more advanced studies are necessary to determine the exact function of platelets and the importance of MPV in patients with first episode psychosis and chronic schizophrenia.Öğe Psöriazisli hastaların depresyon, anksiyete, çocukluk çağı ruhsal travması ve yaşam kalitesi ile sosyodemografik özelliklerinin araştırılması(2017) Sesliokuyucu, Cem; Arı, Mustafa; Şahpolat, MusaAmaç: En sık görülen dermatolojik hastalıklardan biri olan psöriazis sadece dermatolojik değil çeşitli psikososyal sorunları da beraberinde getirmektedir. Psöriazis hastalarında psikolojik değişkenler birçok çalışmada incelenmiştir. Çalışmamızda ise hastaların depresyon, anksiyete, çocukluk çağı travması ve yaşam kalitesi düzeylerini incelemeyi amaçladık.Yöntem: Çalışmaya Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Ata Sökmen Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Polikliniklerine başvuran ve psöriazis tanısı almış olan 70 hasta alındı. Sağlıklı gönüllü 72 kişi kontrol grubunu oluşturdu. Bu kişilere Psöriazis Alan Şiddet İndeksi (PAŞİ), Psöriazis İşlev Kaybı İndeksi (PİKİ), Kısa Form 36 Yaşam Kalitesi Ölçeği (KF-36), Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HAD), Çocukluk Çağı Travma Ölçeği (ÇÇTÖ), Sheehan Yeti yitimi Ölçeği (SYYÖ) uygulandı.Bulgular: Çalışmamızda psöriazisli hasta grubunda sağlıklı kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı daha fazla depresyon olduğu, psöriazisli hasta grubunda sağlıklı kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı daha fazla anksiyete olduğu saptandı. Hastaların işlevselliğinde bozulma meydana geldiği ve hastaların kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı daha fazla işlevsellikte bozulma olduğu saptandı. Psöriazisli hasta grubunda sağlıklı kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı daha fazla çocukluk çağı travması olduğu saptandı. Hasta grubu olguların KF-36 alt puanlarına bakıldığında enerji canlılık aktivite alt boyutu, canlılık alt boyutu ve sosyal işlevsellik alt boyutu puanları kontrol grubu olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük saptanmıştır.Sonuç: Bizim çalışma bulgularımıza göre psöriazisli hastaların anksiyete, depresyon, yaşam kalitesi ve çocukluk çağı ruhsal travması gibi psikiyatrik belirtilerle birlikteliği anlamlı bulunmuş olup farklı çalışmalarda bu bulgular değişiklik gösterse de psöriazisli hastaların psikiyatrik yardıma ihtiyacı olduğunu göstermektedir.Öğe Serum apelin and nesfatin-1 levels in depression patients and their relationship with treatment(2017) Dede, Sahap; Şahpolat, Musa; Kokaçya, Mehmet Hanifi; Arı, Mustafa; Sesliokuyucu, Cem; Yönden, ZaferDepresyon hastalarında serum apelin ve nesfatin-1 düzeyleri ve tedavi ile ilişkisi Amaç: Bu çalışma apelin ve nesfatin-1 moleküllerinin tedavi öncesi ve sonrası depresyonla ilişkisini ve biyolojik belirteç olarak kullanılıp kullanılamayacaklarını araştırmak amacıyla planlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya psikiyatri polikliniğine başvuran 47 tedavisiz depresyon hastası ve 47 normal sağlıklı gönüllü alınmıştır. Tüm katılımcılara DSM-IV Eksen 1 Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme (SCID-I), Hamilton Depresyon Ölçeği (HAM-D), Klinik Global İzlem (KGİ) Ölçeği uygulandı. Tedavi öncesinde ve tedavi başlangıcından sonraki 3. ayın sonunda 12 saat açlığı takiben periferik kan örnekleri alındı. Serum apelin ve nesfatin-1 düzeyleri ölçüldü. Bulgular: Kırkyedi depresyon hastasının 35'i (%74.5) kadın, 12'si (%25.5) erkekti. Kırkyedi gönüllünün 31'i (%66) kadın, 16'sı (%34) erkekti. Yaş, medeni durum, meslek ve Vücut Kitle İndeksi (VKİ) bakımından gruplar arasında fark yoktu. Başvuru serum apelin düzeyi hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti. Hasta grubu ile kontrol grubu arasında başvuru serum nesfatin-1 düzeyi açısından anlamlı fark yoktu. Üç aylık tedavi sonrası hem serum apelin hem de serum nesfatin-1 düzeylerinde anlamlı fark oluşmamıştır. Sonuç: Çalışma bulgularımıza göre, serum apelin düzeyleri başvuru anında sağlıklı kontrollere göre anlamlı olarak yüksekti ve 3 aylık depresyon tedavisi (antidepresan, antidepresan + elektrokonvulsif terapi, antidepresan + terapi) sonrasında klinik iyileşmeye rağmen apelin düzeylerinde değişiklik saptanmadı. Hasta grubunda serum nesfatin-1 düzeyleri başvuru sırasında ve 3 aylık tedavi sonunda da kontrol grubundan farklı değildi. Çalışmamızda serum apelin düzeyi ile VKİ arasında ilişki saptanmamıştır. Başvuru sırasındaki serum nesfatin-1 düzeyi ile yine başvuru sırasında ölçülen VKİ arasında korelasyon tespit edilmiştir.Öğe Sibutramin içeren reçetesiz zayıflama ürününün indüklediği ilk manik hecme(2014) Kokaçya, Mehmet Hanifi; Şahpolat, Musa; Kurhan, FarukSibutramin obesite tedavisinde kullanılan serotonin, noradrenalin ve daha zayıf bir şekilde de dopamin geri alımını engelleyen ve birçok psikiyatrik yan etkileri olan bir beta feniletilamindir. Kardiyolojik yan etkileri nedeniyle yasaklanmış olmasına rağmen halen internet üzerinden “Zayıflama hapı” adı altında satışı devam etmektedir. Antidepresanların manik veya hipomanik kaymaya neden olabilecekleri bilinmektedir. Sibutramin, antidepresan özelliğinden dolayı manik veya hipomanik kaymaya neden olabilir. Biz, internetten satın aldığı sibutramin içeren bir zayıflama ilacını kullandıktan hemen sonra ilk kez manik bir hecme geçiren altı ay sonrasında ise servisimize yine manik hecme nedeniyle yatırılan bir adölesanı sunuyoruz.Öğe Suriye- Türkiye sınırındaki Reyhanlı'da bombalı saldırı sonrası stres tepkisi, anksiyete ve depresyon düzeyleri(2016) Arı, Mustafa; Kokaçya, Mehmet Hanifi; Çöpoğlu, Ümit Sertan; Yengil, Erhan; Kıvrak, Yüksel; Şahpolat, Musa; Budak, BirsenAmaç: Terör saldırıları hedef toplumda en yüksek ruhsal etkiyi oluşturmak amacıyla gerçekleştirilen eylem biçimleridir. 11 Mayıs 2013'de Reyhanlı, Hatay'da düzenlenen iki ayrı bombalı terör saldırısı sonucunda 52 kişi ölmüş, 146 kişi yaralanmıştır. Bu iki patlamaya görsel veya işitsel olarak tanık olan, patlamaya doğrudan maruz kalan ve o bölgede yaşayan ama dolaylı olarak tanık olan kişilerde patlamalar sonrası altıncı aydaki depresyon, anksiyete ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) oranlarını belirlemek amaçlanmıştır. Yöntem: Bu çalışmaya, patlamaya doğrudan maruz kalan 43 birey, dolaylı olarak patlamaya maruz kalan 42 birey ve 45 sağlıklı gönüllü birey kontrol grubu olmak üzere toplam 130 kişi alınmıştır. Tüm katılımcılara patlamadan sonraki altıncı ayda Beck Depresyon Ölçeği, Travma Sonrası Stres Bozukluğu Soru Listesi-Sivil Versiyonu, Durumluk-Sürekli Anksiyete Ölçeği ve Sosyodemografik Bilgi Formu uygulandı. Bulgular: Patlamaya doğrudan maruz kalanlar ile dolaylı olarak maruz kalan grupların TSSB, anksiyete ve depresyon oranları kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Üç grup arasında yaş, cinsiyet ve demografik etkenler açısından anlamlı bir fark yoktu. Sonuç: Çalışmamız terörist saldırılara maruz kalan bireylerde yüksek oranda TSSB görüldüğüne ilişkin bilgileri destekler niteliktedir. Ayrıca çalışmamızda terör eylemine doğrudan maruz kalanlarda TSSB ve depresyon sıklığının dolaylı maruz kalanlardan daha yüksek olması terör travmalarına yaklaşım açısından aydınlatıcı olabilir.