Yazar "Kokaçya, Mehmet Hanifi" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 18 / 18
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Alkol bağımlılarında Demodex spp görülme sıklığı(2016) Kokaçya, Mehmet Hanifi; Kaya, Özlem Aycan; Çöpoğlu, Ümit Sertan; Elmacıoğlu, SibelAmaç: Demodex folliculorum ve Demodex brevis insanda en sık rastlanan ektoparazitlerden olup, başta yüz bölgesi kıl folikülleri olmak üzere, kıl diplerinde ve derinin yağ bezlerinde yerleşirler. Kronik alkol kullanımı, bağışıklık sistemini seyretmesine neden olabilmektedir. Alkol bağımlılarında immun sistem kısmen baskılanabileceği ve özbakımın azalması nedeniyle hastalarda Demodex'in daha yaygın olabileceği düşünülmüştür. Bu çalışmada polikliniğe başvuran alkol bağımlılığı tanısı konmuş hastalarda Demodex ektoparazitinin yaygınlığının belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada, Alkol bağımlığı tanısı almış 24 hasta ile benzer yaşta ve cinsiyette herhangi bir psikiyatrik ve dermatolojik hastalığı bulunmayan 24 kişilik kontrol grubunun yüzünde standart yüzeyel deri biyopsisi tekniği ile Demodex spp araştırılmıştır. Bulgular: Alkol bağımlıların %37.5'inde kontrol grubunun ise %4.1'inde Demodex spp pozitif bulunmuştur. Demodex spp görülme sıklığı açısından alkol bağımlıları ile kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır. Sonuç: Alkol bağımlılığı hastalarında immun sistemin zayıflaması, sosyal davranışların sıklıkla bozulmuş olması ve özbakımın azalması nedeniyle Demodex spp daha sık görülmektedir. Bu gibi hastalarda özellikle yüzdeki cilt lezyonlarında Demodex parazitleri akılda tutulmalı ve gerekli durumlarda tedavi edilmelidir.Öğe Amotivasyonel sendrom : az bilinen ve tanı konulan bir klinik(2015) Arı, Mustafa; Şahpolat, Musa; Kokaçya, Mehmet Hanifi; Çöpoğlu, Ümit SertanAmotivasyonel sendrom (AS) süreğen esrar kullananlarda tanımlanmış geniş anlamıyla ilgisizlik, vurdumduymazlık ve asosyal davranışı içermektedir. Bu etkilerin bir kısmı genel olarak diğer santral sinir sistemi baskılayıcılarında da görülmektedir, bundan dolayı bu sendromu esrar kullanımına özgülemenin ne kadar doğru olduğu hala tartışılmaktadır. AS genellikle ergenlik çağında ve erkek- lerde görülmektedir. Farklı çalışmalarda AS görülme sıklığı olarak düzenli esrar kullananlarda %16 ve %21 gibi oranlar bildirilmiştir. Patofizyolojisinde rol oynayan nedenler hala tartışmalı olmakla birlikte etiyolojide en sık suçlanan etmen esrardır. Nörobiyolojisinde noradrenerjik ve dopaminerjik sistemleri içeren limbik yolakta meydana gelen değişiklikler suçlanmaktadır. Tanısı öznel yakınmalara dayanır, tanı klinik belirtiler ve Apati Değerlendirme Ölçeği (ADÖ) kullanılarak konmaktadır. AS tedavisi konusunda günümüzde çok az deneysel veriler mevcuttur ve klinik deneyim de oldukça azdır. Aralık 2013’te seçilen ‘amotivational syndrome, cannabis and amotivational syndrome, cannabis and motivation’ anahtar sözcükleriyle yapılan PUBMED taraması sonucunda 1960’dan beri yayınlanan, esrar ve AS ilişkisini inceleyen çalışmalar gözden geçirilmiştir. Bu yöntem sonunda 76 tanesi direkt AS ile ilişki olmak üzere 536 makaleye ulaşılmıştır. İngilizce olmayan makaleler değerlendirme dışı bırakılmıştır.Öğe Cannabinoid receptor 1 (CNR1) gene polymorphisms in schizophrenia patients: Rs6454674 polymorphism is associated with disease severity(2015) Çöpoğlu, Ümit Sertan; Iğci, Mehri; Bozgeyik, Esra; Kokaçya, Mehmet Hanifi; Iğci, Yusuf Ziya; Özden, Aslan; Bülbül, Feridun; Alpak, Gökay; Arı, Mustafa; Savaş, Haluk AsumanObjective: The endocannabinoid system contributes to the regulation of emotions, stress, memory, and cognition. It has been reported that endocannabinoids cause GABAergic inhibition and dopaminergic increase in the mesolimbic and nigrostriatal systems, thus playing a part in the neurobiology of schizophrenia. In this study, we investigate cannabinoid receptor 1 (CNR1) gene polymorphisms in schizophrenia patients. Methods: CNR1 gene polymorphisms were studied in 66 schizophrenia patients and 65 healthy controls. To obtain genomic DNA, proteinase K digestion and the salt-chloroform method were used. Clinical Global Impression severity scale (CGI-S) and Positive and Negative Syndrome Scale (PANSS) were administered to evaluate the severity of schizophrenia symptoms. CNR1 gene polymorphism was determined by using polymerase chain reaction (PCR), Restriction Fragment Length Polymorphism (RFLP), and Single Strand Conformation Polymorphism (SSCP) methods for the Rs6454674, Rs806368, and Rs1049353 sites.Results: There was no difference in CNR1 gene polymorphisms between schizophrenia patients and control groups (Rs6454674 T/G; p=0.973, Rs806368 T/C; p=0.349, Rs1049353 A/G; p=1.00). However, CGI-S, PANSS total, PANSS positive, PANSS negative and PANSS general psychopathology scores were significantly lower in schizophrenia patients with RS6454674 polymorphism than in those not showing polymorphism. Conclusion: Our results suggest that CNR1 gene polymorphisms may be associated with clinical symptoms and disease severity in schizophrenia patientsÖğe Çoklu cinsel istismar eylemine maruz kalmış çocuk olguda(2014) Kokaçya, Mehmet Hanifi; Demirkıran, Sümeyra; Çelikel, Adnan; Arslan, Muhammet MustafaBu çalışmada farklı zamanlarda ve farklı kişiler tarafından cinsel istismara maruz kalmış bir çocuk olgusu sunularak TSSB'nin hangi eylem sonucunda meydana geldiğinin tartışılması amaçlanmıştır. Olgumuz on dört yaşında bir kız çocuğu, son iki yıl içinde farklı zamanlarda beş farklı kişi tarafından cinsel istismara maruz kalmıştır. Sanıkların yaşları 18 yaş ve üzeri olduğu belirlenmiştir. Öyküsünden anne ve babasının kendisi çok küçük yaştayken ayrıldıkları, annesinin tekrar evlendiği ve ikinci kez boşandığı öğrenilmiştir. Olaylardan sonra olgumuz okulu bırakmıştır ve yaşadıkları ili değiştirmek zorunda kalmıştır. Üç defa intihar teşebbüsünde bulunmuştur. Yapılan psikiyatrik muayenesinde kendisine “posttravmatik stres bozukluğu” tanısı konulmuştur. Çoklu cinsel istismar olgularında hangi olayın ruhsal bozukluğa neden olduğu hususunda kesin bir kanaate varılamayacak olunması TSSB'nin ceza arttırıcı unsur olarak değerlendirilmesini tartışmalı hale getirmektedir. Yargıtay kararı gereğince daha önceki bir olay nedeniyle TSSB tanısı alan bir kişinin ikinci bir eylem sonucunda TSSB'nin söz konusu ağırlaştırıcı unsur olamayacağı hatırlanmalıdır. TSSB ceza arttırıcı bir unsur olarak değil, cinsel istismar eyleminin tıbbi bir delili olarak kabul edilmesi gerekmektedir.Öğe Comparison of Preoperative Acetaminophen, DeksketoprofenTrometamol on Headache Treatment after Electroconvulsive Therapy(2021) Koyuncu, Onur; Hakimoğlu, Sedat; Patarroyo, Fabio Rodrıguez; Urfalı, Senem; Kokaçya, Mehmet Hanifi; Turan, AlparslanINTRODUCTION: Electroconvulsive therapy (ECT) is aneffective, life-saving treatment method with no significant sideeffects in the treatment of serious psychiatric disorders such asmania, schizophrenia, and acute catatonia. Headache is aserious complication seen with a high incidence (26-85%) afterthis treatment. Our hypothesis in the study is that pre procedure administration of dexketoprofen trometamol willreduce headache more effectively than acetaminophen withinsix hours after ECT. METHODS: In this prospective, double-blind, single-centerstudy,we studied a total of 225 psychiatric patients aged 18 to80 years having ECT.Before ECT, three analgesic strategieswere (1) acetaminophen 1g / 100ml isotonic, (2) dexketoprofentrometamol 50mg / 100ml isotonic; and (3) 100 ml of placebowas administered intravenously.Headache intensity using VAS(Visual Analog Scale ), heart rate, noninvasive blood pressure,oxygen saturation, respiratory rate, sedation (Ramsey SedationScale), were evaluated at 2, 4 and 6 hours after the ECT.Analgesic requirements and side effects were recorded. RESULTS: The most common diagnosis was depression(41%), followed by schizoaffective disorder (38%), andobsessive compulsive disorder (21%). No difference was foundbetween groups in the headache VAS scores at 2 and 4 hoursbut patients who received dexketoprofen-trometamol havepersistent headache at 6 hours after the procedure. At the 4thhour, 11% of patients in placebo group required rescueanalgesia compared to the other two groups (p = 0,000). DISCUSSION AND CONCLUSION: We found no clinicallysignificant difference between the efficacy of dexketoprofen,acetaminophen, and placebo for reducing headache within thesix-hour period after the ECT procedure.Öğe Depressive symptom prevalence and risk factors in eastern Turkish university students(2016) Kıvrak, Yüksel; Kokaçya, Mehmet Hanifi; Sevim, Emrullah; Çöpoğlu, Ümit SertanAmaç: Bu çalışmanın amacı Kars, Artvin, Ardahan ve Iğdır illerindeki üniversite öğrencilerinde depresif belirti sıklığını ve ilişkili faktörleri belirlemektir.Gereç ve Yöntem: Kesitsel olan çalışma 2118 öğrenci üzerinde uygulandı. Veriler anket yöntemiyle toplandı, depresyon düzeyini saptamak için Beck Depresyon Ölçeği kullanıldı. Bulgular: 646 (%30.5) öğrencinin Beck Depresyon Ölçeğinin kesme noktası olan 17 ve üzerinde puan aldığı görüldü. Üniversite bölümü, lokalizasyonu ve süresi depresyon açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yaratmaktadır. Doğduğu mevsim, öğretim türü ve cinsiyet anlamlı farklılık yaratmamaktadır. Tartışma: Öğrencilerde depresif belirtiler yaygındır. Depresif belirti sıklığı ile okulun türü, yeri ve süresi arasında ilişki vardır.Öğe The frequency of Demodex spp in depression patients(2014) Kokaçya, Mehmet Hanifi; Yengil, Erhan; Aycan Kaya, Özlem; Şahpolat, MusaObjective: Demodex spp., usually located on the human skin, including the face and eyelashes, is a mandatory ectoparasite. The aim of this study was to evaluate the prevalence and factors affecting Demodex spp. in patients with depression. Materials and Methods: In this study, 63 depressed patients and 63 healthy controls were evaluated. To collect samples for analysis, a drop of glue containing cyanoacrylate was put on a lamella and the lamella was pressed on the certain areas of the face (forehead, cheeks, nose, and chin) for about a minute. Then it was carefully removed and the density of Demodex spp. in a cm 2 was counted under a microscope. For the diagnosis, the presence of fve or more Demodex spp. in a cm 2 was considered to be positive. Results: In 23.8% of depressed patients (n=15) and in 9.5% of the control group (n=6), Demodex spp. was detected in the facial area. The presence of Demodex spp. in the facial area of depressed patients was signifcantly higher compared to the control group. When CGI severity scores of patients and the relationship between the severity of depression and the presence of Demodex spp. were compared, no signifcant difference was detected. Conclusion: Depression may be a risk factor for the infection of Demodex parasites because of impaired immune system as well as reduction of self-care and hygiene of the person. For the itchy lesions on the face of depressed patients, Demodex spp. infestation should also be taken into consideration.Öğe Frontal lob sendromu ve adli psikiyatrik yönleri(Lut Tamam, 2020) Kokaçya, Mehmet Hanifi; Ortanca, İbrahimFrontal lob sendromu, genellikle travmatik ya da neoplastik bir frontal lob hasarı sonucu görülen kişilik değişikliği tablosudur. Lezyonun lokalizasyonu orbitomedial bölgede ise amnezi ve konfabulasyon (masallama), disinhibe kişilik değişiklikleri çocuksuluk, şakacı eğilim, seksüel dishinhibisyon, saldırganlık yelpazesinde bir kliniğe neden olur. Dorsolateral lezyonlar ise kararsızlık, apati ve yürütücü işlevlerin zayıfladığı bir tabloya yol açabilmektedir. Frontal lob sendromuna en sık yol açan neden, travmalar ve tümörler olup, serebrovasküler olaylar, nörodejeneratif hastalıklar, santral sinir sistemi enfeksiyonları ve bazı başka hastalıklarda da bu tablo görülebilmektedir. Hastanın kişiliğindeki dramatik değişiklikler, frontal lob sendromunudikkat çekici kılmakta, bu olgular, travma kökenliler çoğunlukta olmak üzere çeşitli davalarda adli tıbbi değerlendirmeye konu olabilmektedirler. Bu vakaların değerlendirildiği raporlarda söz konusu tablonun anatomik ve psikiyatrik komponentleri detayları ile irdelenmeli, dava dosyası da beraberinde incelenmek suretiyle görüş sunulmalıdır.Öğe General characteristics of child sexual offenders in Hatay, Turkey(2016) Arslan, M. Mustafa; Demirkıran, Dua Sümeyra; Akcan, Ramazan; Zeren, Cem; Kokaçya, Mehmet HanifiAmaç: Cinsel saldırı sanıkları yeteri kadar tanımlanmayan ve rapor edilmeyen bir konudur. Biz bu çalışma ile çocukluk çağı cinsel istismarcılarının sosyodemografik özellikleri ile suç ilişkisini incelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Sosyal hizmet uzmanlarının 2009-2013 yıllarında 48 olgu ile yaptıkları görüşmeler sonrasında düzenledikleri raporlar retrospektif olarak incelenmiştir. Çalışma için bu raporların tercih edilmesinin nedeni ise sanıkların bireysel, ailevi özelliklerini ve suç ile ilgili bilgileri içeriyor olmasıdır. Olguların sosyodemografik ve psikososyal özellikleri araştırılmıştır. Bulgular: Dört yıllık sürede cinsel suç işlediği iddiası ile görüşme yapılan olgu sayısının 48 olduğu belirlendi. Sanıkların yaşları 12 ile 17 arasında ve hepsi erkek cinsiyetinde idi. Olguların %50'si eğitimine devam etmediği saptandı. Olguların sadece 2'sinde ensest öyküsü vardı. Sanıkların 3'ünde suç tekrarı olduğu belirlenmiştir. Cinsel eylem türü olarak 20'sinde (%41,7) fiili livata olduğu iddia edilmiştir. Sanıkların 19'u sigara, 4'ü drug kullandığını belirtmiştir. 12 ailenin (%25) ekonomik durumu bulunduğu çevre koşullarına göre yetersiz olduğu kanaatine varılmıştır. Dağılmış aile öyküsü olan 23 olgunun (%4,9) 15'inde babadan ayrı yaşadıkları, üç olguda babanın ölmüş olduğu saptanmıştır. Sosyal hizmet uzmanın görüşüne göre olguların 47'si psikososyal gelişim olarak yapılan eylemin farkında oldukları bildirilmiştir. Olguların 7'sinde dürtü kontrol bozukluğu ve 1 olguda zekâ geriliği olabileceği belirtilmiştir. Diğer olgularda arkadaş çevresinden etkilenme ve dağılmış ailenin suç işlemede önemli etkenler olduğu kanaatine varılmıştır. 12 çocuk için danışmanlık hizmeti veya korunma tedbirinin uygulanması gerektiği bildirilmiştir. Sonuç: Sonuç olarak çalışmamızda; cinsel suç işlediği iddia edilen çocuklarda eğitimini devam etmeme kararı verenlerin oranı yüksek bulunmuştur. Erkek mağdurların ve fiili livata eylemi oranının yüksek bulunması dikkat çekici bulunmuştur. Dağılmış aile ve özellikle babanın olmadığı ailelerin erkek çocukları cinsel istismar suçu işlemeye daha yatkın olduğu tespit edilmiştirÖğe Kadına yönelik eş şiddeti, çocukluk travmaları, depresyon ve yaşam kalitesi : Toplum temelli çalışma(2015) Kıvrak, Yüksel; Gey, Neriman; Kıvrak, Habibe Ayla; Kokaçya, Mehmet Hanifi; Çöpoğlu, Ümit Sertan; Arı, MustafaAmaç: Bu çalışmada eş şiddetinin yaygınlığını, çocukluk çağı travmaları, depresyon ve sosyodemografik etkenlerle ilişkisini, kadının yaşam kalitesi üzerine etkisini araştırmayı amaçladık. Yöntem: Merkez ve köylerde yaşayan, rastgele seçilen 410 kişinin verileri değerlendirildi. Katılanlara sosyodemografik veri formu, Kısa Form 36 (SF- 36), Aile İçi Şiddet Ölçeği (AİŞÖ), Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği (ÇÇTÖ) uygulandı. Bulgular: Katılanların 366’sı (%89.3) en az bir kez şiddet görmüştü; 309’u (%75.4) duygusal, 306’sı (%74.6) cinsel, 285’ i (%69.5) sözel, 222’si (%54.1) fiziksel, 321’ i (%78.3) ekonomik şiddete uğramıştı. BDÖ, ÇÇTÖ, eşin öğrenim durumu, eşler arası yaş farkı ve eşler arası eğitim farkının eş mağdurluğunun yordayıcısı olduğu bulundu. Kadının yaşam kalitesini yordayan etkenler açısından depresyonun önemli olduğu bulundu. Sonuç: Aile içi şiddet mağdurluğu yaygındır. BDÖ ve ÇÇTÖ, eş şiddeti mağdurluğunun ve kadın yaşam kalitesinin yordayıcılarındandır. Depresyonun tanınıp tedavi edilmesinin kadının hem eş şiddeti mağdurluğunu azaltması, hem de yaşam kalitesini yükseltmesi açısından olumlu etkisi olabilir. (Anadolu Psikiyatri Derg 2015; 16(5):3 14-322)Öğe Otoskopik fenomenin eşlik ettiği kannabis kullanımına bağlı psikotik bozukluk olgusu(2015) Kokaçya, Mehmet Hanifi; Çöpoüğlu, Ümit Sertan; Şahpolat, Musa; Arı, MustafaKannabis (esrar), en fazla kullanılan bağımlılık yapan yasa dışı maddelerden birisidir. Kannabis kullanımı ile birlikte görülen psikiyatrik belirtiler huzursuzluk, uykusuzluk, depresif ya da yükselmiş duygudurum, anksiyete, halüsinasyonlar ve konsantrasyon güçlüğüdür. Kannabis kullanımının psikoz ve bipolar bozukluk ortaya çıkma riskini arttırdığı ve var olan psikoz ve bipolar bozukluğun klinik görünümünü kötüleştirdiği bilinmektedir. Otoskopik psikozun karakteristik semptomu, kişinin kendi vücudunun bir parçasının ya da tümünün görsel varsanısıdır. Kişinin davranışları taklit ediliyor ve sanki aynada görünüyormuş gibi algılanır. Herhangi bir mental bozukluğun özel bir semptomu değildir. Sebebi tam olarak bilinmemektedir. Bu olgu sunumunda, kannabis kullanımına bağlı otoskopik psikoz tanısıyla takip edilen hastanın klinik belirtileri literatür eşliğinde tartışılmıştırÖğe The role of active video-accompanied exercises in improvement of the obese state in children : a prospective study from Turkey(2016) Duman, Fatma; Kokaçya, Mehmet Hanifi; Doğru, Esra; Katayıfçı, Nihan; Canbay, Özden; Aman, FatmaObjective: The aim of this study was to determine the effects of active video games and music-accompanied aerobic and callisthenic exercises on body mass index (BMI), body fat ratio, physical performance tests, psychosocial status, and self-respect in overweight and obese adolescents. Methods: Fifty (21 males and 29 females) slightly overweight and obese participants with no chronic disorder and of an average age of 12.16±0.99 years were included in the study. The percentile values for BMI, triceps skinfold thickness, waist circumference measurements, and physical performance tests were evaluated. The effects of obesity on psychological wellness were evaluated using the depression scale for children (DSC) and the Piers-Harris Children's Self-Concept Scale for selfesteem. Following these evaluations, the participants were subjected to an exercise program in five groups of 10 people, 3 days a week for a duration of 8 weeks. Each exercise session lasted 45 minutes. Participants were re-evaluated at the end of the exercise program. The data collected both before and after the exercise program were analyzed using the SPSS 18.0 program. Results: According to BMI reference values, 28% of the 50 participants (n=14; 6 males and 8 females) were assessed to be overweight and 72% to be obese (n=36; 15 males and 21 females). Following the exercise program, 14% of the participants (n=7; 3 males and 4 females) were assessed as normal, 46% (n=23; 14 males and 9 female) as slightly overweight, and 40% (n=20; 4 male and 16 female) as obese. It was determined that the decrease in BMI values (p<0.05) was higher in male participants than in female participants and that the frequency of obesity was higher in the females. A statistically significant decrease in BMI values was found after the exercise program (p<0.01). Following the exercise program, statistically significant differences have also been observed in the self-esteem (p<0.01), psychological wellness (p=0.025), triceps skinfold thickness, as well as in waist circumference and BMI values of the participants compared to the pre-exercise phase (p<0.01). Conclusion: An exercise program applied with active video games was found to have positive effects on the obese state as well as on the psychosocial status and self-esteem of obese individuals, indicating that exercise and physical activity have an important role in improvement of the obese state in childhood as well as having positive contributions to self-esteem and psychological wellness state.Öğe Semptomatik remisyon şizofrenide fonksiyonel düzelmeyi ve yaşam kalitesini belirler(2016) Kokaçya, Mehmet Hanifi; Vırıt, Osman; Çöpoğlu, Ümit Sertan; Savaş, Haluk; Arı, Mustafa; Bahçeci, BülentSonuç: Bu çalışma, şizofrenide belirtilerdeki düzelmenin hastanın ha- yatının tüm alanlarında işlevselliğini ve hayat kalitesini yükselttiğini gös- termiştir ki bu bulgu şizofreni tedavisinde amaçlanan fonksiyonel dü- zelmeyi belirleyen en önemli etkenin belirtilerdeki düzelme olduğunu düşündürmektedirÖğe Serum apelin and nesfatin-1 levels in depression patients and their relationship with treatment(2017) Dede, Sahap; Şahpolat, Musa; Kokaçya, Mehmet Hanifi; Arı, Mustafa; Sesliokuyucu, Cem; Yönden, ZaferDepresyon hastalarında serum apelin ve nesfatin-1 düzeyleri ve tedavi ile ilişkisi Amaç: Bu çalışma apelin ve nesfatin-1 moleküllerinin tedavi öncesi ve sonrası depresyonla ilişkisini ve biyolojik belirteç olarak kullanılıp kullanılamayacaklarını araştırmak amacıyla planlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya psikiyatri polikliniğine başvuran 47 tedavisiz depresyon hastası ve 47 normal sağlıklı gönüllü alınmıştır. Tüm katılımcılara DSM-IV Eksen 1 Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme (SCID-I), Hamilton Depresyon Ölçeği (HAM-D), Klinik Global İzlem (KGİ) Ölçeği uygulandı. Tedavi öncesinde ve tedavi başlangıcından sonraki 3. ayın sonunda 12 saat açlığı takiben periferik kan örnekleri alındı. Serum apelin ve nesfatin-1 düzeyleri ölçüldü. Bulgular: Kırkyedi depresyon hastasının 35'i (%74.5) kadın, 12'si (%25.5) erkekti. Kırkyedi gönüllünün 31'i (%66) kadın, 16'sı (%34) erkekti. Yaş, medeni durum, meslek ve Vücut Kitle İndeksi (VKİ) bakımından gruplar arasında fark yoktu. Başvuru serum apelin düzeyi hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti. Hasta grubu ile kontrol grubu arasında başvuru serum nesfatin-1 düzeyi açısından anlamlı fark yoktu. Üç aylık tedavi sonrası hem serum apelin hem de serum nesfatin-1 düzeylerinde anlamlı fark oluşmamıştır. Sonuç: Çalışma bulgularımıza göre, serum apelin düzeyleri başvuru anında sağlıklı kontrollere göre anlamlı olarak yüksekti ve 3 aylık depresyon tedavisi (antidepresan, antidepresan + elektrokonvulsif terapi, antidepresan + terapi) sonrasında klinik iyileşmeye rağmen apelin düzeylerinde değişiklik saptanmadı. Hasta grubunda serum nesfatin-1 düzeyleri başvuru sırasında ve 3 aylık tedavi sonunda da kontrol grubundan farklı değildi. Çalışmamızda serum apelin düzeyi ile VKİ arasında ilişki saptanmamıştır. Başvuru sırasındaki serum nesfatin-1 düzeyi ile yine başvuru sırasında ölçülen VKİ arasında korelasyon tespit edilmiştir.Öğe The Severity of premenstrual syndrome symptoms in sickle cell disease patients : A case- control study(Düzce Üniversitesi, 2019) Döner Güner, Pınar; Uslusoy, Sabahat; İlhan, Gül; Kokaçya, Sümeyya Havva; Dirican, Emre; Kokaçya, Mehmet Hanifi; Yengil, Erhan; Özer, CahitObjective: Sickle Cell Disease (SCD) patients experience recurrent pain attacks and up to 30% of these become chronic pain. There is known to be a relationship between chronic pain and depression and other psychological problems. Therefore, Sickle Cell Disease patients often experience a series of social and psychiatric problems. The aim of this study to determine the frequency and severity of premenstrual syndrome in women aged ≥18 years with sickle cell disease and to compare these values with healthy women. Methods: This case control study was conducted from January 2018 to March 2018. The data were collected using a questionnaire of 21 items and the Premenstrual Syndrome Scale (PMSS). Statistical analysis was performed using SPSS 21 software. Results: The study included 50 patients aged with 18 years who were diagnosed sickle cell anemia at the University Hospital and control group of 50 subjects have no chronic disease. Premenstrual Syndrome (PMS) according to DSM-5 was determined in 34 (68%) of the case group and 39 (78%) of the control group (p=0,26). Mean depressive effect subscale score was 15.64±6.56 in the sickle cell anemia group while, it was 19.48±6.67 in control group (p=0,05). Conclusions: Although PMS frequency and symptom severity in women with SCD were similar with normal population, the depressive effect subscale scores were lower in SCD group. This results’ cause could be attributed to PMS symptoms being perceived as less severe compared to the pain experienced in sickle cell crises. Keywords: Sickle Cell Disease, Premenstrual Syndrome, Chronic Pain, Depression, Hemoglobinopathies.Öğe Sibutramin içeren reçetesiz zayıflama ürününün indüklediği ilk manik hecme(2014) Kokaçya, Mehmet Hanifi; Şahpolat, Musa; Kurhan, FarukSibutramin obesite tedavisinde kullanılan serotonin, noradrenalin ve daha zayıf bir şekilde de dopamin geri alımını engelleyen ve birçok psikiyatrik yan etkileri olan bir beta feniletilamindir. Kardiyolojik yan etkileri nedeniyle yasaklanmış olmasına rağmen halen internet üzerinden “Zayıflama hapı” adı altında satışı devam etmektedir. Antidepresanların manik veya hipomanik kaymaya neden olabilecekleri bilinmektedir. Sibutramin, antidepresan özelliğinden dolayı manik veya hipomanik kaymaya neden olabilir. Biz, internetten satın aldığı sibutramin içeren bir zayıflama ilacını kullandıktan hemen sonra ilk kez manik bir hecme geçiren altı ay sonrasında ise servisimize yine manik hecme nedeniyle yatırılan bir adölesanı sunuyoruz.Öğe Suriye- Türkiye sınırındaki Reyhanlı'da bombalı saldırı sonrası stres tepkisi, anksiyete ve depresyon düzeyleri(2016) Arı, Mustafa; Kokaçya, Mehmet Hanifi; Çöpoğlu, Ümit Sertan; Yengil, Erhan; Kıvrak, Yüksel; Şahpolat, Musa; Budak, BirsenAmaç: Terör saldırıları hedef toplumda en yüksek ruhsal etkiyi oluşturmak amacıyla gerçekleştirilen eylem biçimleridir. 11 Mayıs 2013'de Reyhanlı, Hatay'da düzenlenen iki ayrı bombalı terör saldırısı sonucunda 52 kişi ölmüş, 146 kişi yaralanmıştır. Bu iki patlamaya görsel veya işitsel olarak tanık olan, patlamaya doğrudan maruz kalan ve o bölgede yaşayan ama dolaylı olarak tanık olan kişilerde patlamalar sonrası altıncı aydaki depresyon, anksiyete ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) oranlarını belirlemek amaçlanmıştır. Yöntem: Bu çalışmaya, patlamaya doğrudan maruz kalan 43 birey, dolaylı olarak patlamaya maruz kalan 42 birey ve 45 sağlıklı gönüllü birey kontrol grubu olmak üzere toplam 130 kişi alınmıştır. Tüm katılımcılara patlamadan sonraki altıncı ayda Beck Depresyon Ölçeği, Travma Sonrası Stres Bozukluğu Soru Listesi-Sivil Versiyonu, Durumluk-Sürekli Anksiyete Ölçeği ve Sosyodemografik Bilgi Formu uygulandı. Bulgular: Patlamaya doğrudan maruz kalanlar ile dolaylı olarak maruz kalan grupların TSSB, anksiyete ve depresyon oranları kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Üç grup arasında yaş, cinsiyet ve demografik etkenler açısından anlamlı bir fark yoktu. Sonuç: Çalışmamız terörist saldırılara maruz kalan bireylerde yüksek oranda TSSB görüldüğüne ilişkin bilgileri destekler niteliktedir. Ayrıca çalışmamızda terör eylemine doğrudan maruz kalanlarda TSSB ve depresyon sıklığının dolaylı maruz kalanlardan daha yüksek olması terör travmalarına yaklaşım açısından aydınlatıcı olabilir.Öğe Toplumumuzdaki erkek çocuk baskısına bağlı kız çocuk ihmali(2015) Kokaçya, Mehmet Hanifi; Çöpoğlu, Ümit Sertan; Demirkıran Dua, Sümeyra; Arslan, Mustafa MuhammetBu çalışmada; üç tane kız çocuğu olduğu için, toplum ve akrabaları tarafından duygusal baskı gören ve major depresyon gelişen; bu nedenle bilerek kız çocuklarını ihmal eden bir annenin sunulması planlanmıştır. Olgumuz 28 yaşında, ortaokul mezunu ev hanımıdır. Hayattan zevk alamama, halsizlik, isteksizlik, ağlama ve özkıyım düşünceleri nedeniyle polikliniğe başvuran hasta özellikle özkıyım planları ve motor retardasyonun belirgin olması nedeniyle major depresyon tanısı konularak psikiyatri servisine yatırılmıştır. Öyküsünde son depresyon atağının 2 yıl önce gebeyken kontrol için gittiği kadın doğum uzmanın, çocuğunun cinsiyetinin kız olduğunu söylemesi ile başladığı anlaşılmıştır. Eşinin ailesi erkek çocuk istediklerini, bunu başaramadığı için de kendini suçladığını ve o zamandan sonra çocukları ile ilgilenmemeye başladığını söylemiştir. Hamile olduğu dönem ve daha sonraları çocuklarına karşı ilgisinin azaldığını, hasta olsunlar diye soğuk havalarda daha ince giydirdiğini, gece çocuklarının üstünü kasıtlı olarak örtmediğini, hasta olduklarında ilaçlarını bazen hiç vermediğini ve "Keşke kızlarım ölse de ben de erkek çocuk doğursam" şeklinde ifadeler kullanmıştır. Cinsiyet ayrımcılığı, kız çocuklarına gösterilmesi gereken ilgiyi azaltmaktadır. Olgumuz da bu ayrımcılık nedeniyle çocuklarının zarar görmesini istemiş ve erkek bir çocuk doğurma ümidi nedeniyle çocuklarını ihmal etmiştir.