Yazar "Özcan, Oğuzhan" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 21
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Deneysel kolit modelinde centella asiatika ekstresinin etkinliği(2017) Özgür, Tümay; Özcan, Oğuzhan; Akküçük, Seçkin; Kılıç, Erol; Koyuncu, Onur; Oruç, Cem; Aydoğan, Akın; Öztürk, Ozan Utku; Motor, Sedat; Yetim, İbrahim; Temiz, MuhittinAmaç: İnflamatuvar barsak hastalıkları (İBH) çevresel, genetik ve immün faktörlerin sebep olduğu düşünülen bir grup kronik ve inflamatuvar durum olarak tanımlanmaktadır. Tedavisinde başlıca antiinflamatuvar, immünsupresif ve sitotoksik ilaç kombinasyonları kullanılmaktadır. Fakat bu ajanların ciddi yan etkilerinden dolayı yeni tedavi yöntemleri bulmak için araştırmalar yapılmaktadır. Bu çalışmanın amacı dekstran sülfat sodium (DSS) ile indüklenmiş deneysel kolit modelinde Centella Asiatica (CA) ekstresinin etkinliğini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada 24 adet Wistar Albino rat üç eşit gruba ayrıldı. Grup 1' e (kontrol) sadece su verildi. Grup 2' ye (kolit) DSS' li içme suyu ve Grup 3'e (medikasyon grubu) 200mg/kg/gün CA ekstresi ve DSS' li içme suyu verildi. Deney sonunda kolonun histopatolojik incelemesi ve myeloperoksidaz (MPO), malonildialdehit (MDO), tümör nekroz factör alfa (TNF-?) ve interlökin-10 (IL-10) düzeyleri belirlendi. Bulgular: CA ekstratı veilen grupta kolit grubu ile kıyaslandığında TNF- ? düzeyi daha düşüktü ve İL 10 düzeyi daha yüksekti. MPO ve MDA düzeyleri kolit grubunda diğer gruplarla karşılaştırıldığında anlamlı düzeyde daha yüksek bulundu. (p<0.05). Histopatolojik incelemede medikasyon grubunda daha az doku hasarı saptandı. Sonuç: CA ekstresi proinflamatuvar ve antiinflamatuvar sitokin düzeyini değiştirerek immünregulatuvar bir etki göstermektedir. Ayrıca serbest oksijen radikalleri oluşumunu önleyerek doku hasarını önlemektedir. Bu etkilerinden dolayı CA ekstresinin İBH tedavisinde faydalı bir ajan olarak kullanılabileceğini düşünmekteyiz.Öğe Determination of efficient CIDR application periods in timed artificial insemination of Damascus goats during the breeding season(Ankara Üniversitesi, 2019) Doğruer, Gökhan; Karaca, Fikret; Yoldaş Ürer, Ece; Köse, Ayşe Merve; Ateş, Cafer Tayyar; Özcan, Oğuzhan; Sarıbay, Mustafa KemalThis research was conducted to determine the most efficient CIDR application periods in timed artificial insemination (TAI) protocols in Damascus goats during the breeding season. Ninety-six Damascus goats were used and the animals were randomly allocated into four equal groups. CIDR was used for 18, 12, 6 and 3 days in groups VL, L, S, and VS, respectively. 500 IU of eCG and 125 mcg of cloprostenol were administered on the day of CIDR removal. The goats were timely inseminated intra-cervically by cooled semen 48-60 h after removal of CIDR together with 5 mcg GnRH administration. Pregnancy rates were 62.5%, 79.2%, 75% and 62.5% in VL, L, S and VS groups, respectively. Abortion rates were 13.3%, 5.3%, 5.6% and 13.3%, also kidding rates were found to be 86.6%, 94.7%, 94.4% and 86.6% in VL, L, S and VS groups, respectively. Fertility rates were 54.2%, 75%, 70.8% and 54.2% in VL, L, S and VS groups, respectively. No significant difference was observed in pregnancy rates, abortion and kidding rates among the groups (p>0.05). As a result, CIDR has a wide range of application period in TAI protocols in Damascus goats during the breeding season. The short-term usage as short as 3 days, will offer high flexibility in TAI protocols of goats. Even no statistical difference was obtained among the groups, lower rates of fertility in VS and VL groups may provide economic loss. Further studies with a larger number of animals are needed to clarify the questions about fertility and economic issues.Öğe Diyabet hastalarında serum magnezyum düzeyi ile glisemik regülasyon ve proteinüri arasındaki ilişki(Celal Bayar Üniversitesi, 2020) Mısırlıoğlu, Mehmet Ali; Erdal, Hüseyin; Özcan, Oğuzhan; Turgut, FarukGiriş ve Amaç: Magnezyum vücutta birçok önemli fonksiyonu olan eser elementlerden biridir. Magnezyum eksikliğinde en sık karşılaşılan klinik problemlerden birisi insülin direncidir. Diyabet son dönem böbrek hastalığının en sık nedenidir. Magnezyum eksikliği diyabetik hastalarda sık görülmektedir ve diyabet komplikasyonları ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada diyabetik hastalarda serum magnezyum düzeyi ile glisemik regülasyon ve proteinüri arasında ilişki olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Bu kesitsel çalışmaya 189 Tip 2 diabetes mellitus (DM) hastası alındı. Hastaların demografik ve klinik özellikleri ile kan basınçları kaydedildi. Hastalardan alınan serum örneklerinden glukoz, Hemoglobin A1c (HbA1c), BUN, kreatinin, elektrolitler, lipit profili, magnezyum, kalsiyum düzeyleri ve tam kan sayımı çalışıldı. 24 saatlik idrarda proteinüri bakıldı. Bulgular: Hipomagnezemi (<1,7 mg/dl) 64 hastada (% 34) saptandı. Hipomagnezemi grubunda ortalama glukoz ve HbA1c düzeyleri anlamlı bir şekilde daha yüksek saptandı. Aynı şekilde hipomagnezemi grubunda ortalama proteinüri miktarı belirgin olarak daha yüksek bulundu. Serum magnezyum düzeyi ile HbA1c, glukoz ve proteinüri değerleri arasında zayıf da olsa negatif bir korelasyon saptandı (sırasıyla r=-0.187, p= 0.011, r=-0.152, p=0.039, r=-0.149, p=0.044). Serum magnezyum düzeyi ile yaş, beden kitle indeksi, eGFR, diyastolik ve sistolik kan basıncı arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Sonuç: Hipomagnezemi Tip 2 DM hastalarında sık görülmektedir. Glisemi regülasyonu bozuk olan diyabetik hastalarda serum magnezyum düzeyinin kontrol edilmesi önemlidir. Bu hasta grubunda serum magnezyum düzeyi ile glisemi regülasyonu ve proteinüri arasında zayıf da olsa anlamlı bir ilişki olabilir.Öğe THE EFFECTS OF EXENATIDE TREATMENT ON METABOLIC PARAMETERS, GHRELIN, GDF-15 AND FGF-21 IN OBESE TYPE 2 DIABETIC PATIENTS(2022) Yılmaz, Müge Özsan; Özcan, OğuzhanObjective: Exenatide and similar drugs which have Glucagon Like Peptide-1(GLP-1) like effects have been used frequently in the treatment of diabetes and obesity in recent years. In this study we aimed to investigate the effects of exenatide on ghrelin, FGF-21 and GDF-15 which are known to be associated with appetite and metabolic disorders.Material and Methods: Thirty patients with Type 2 Diabetes Mellitus with a Body Mass Index of 35 kg/m2 and above who are still ongoing treatment for diabetes but not on target (HbA1c>7%) and exenatide treatment was started were included in the study. Venous blood samples were collected for the measurements of complete blood count, biochemical parameters, HbA1c, ghrelin, FGF-21, GDF-15. After 3 months of treatment initial evaluations and biochemical tests were repeated.Results: Mean age of the patients was 50.43±10.35 years. Twenty-one (70%) were female and 9 (30%) were male. Mean Hb A1c of the patients was 9.68±2.02%. After 3 months of exenatide treatment a significant decrease in body weight and body mass index was observed (p<0.001). There was also significant decrease in Ghrelin and GDF-15 levels (p<0.001).Conclusion: Our study is the first study in which these three markers were evaluated together in obese type 2 diabetics. It is thought to be that Ghrelin, FGF-21 and GDF-15 are play role in obesity and type 2 diabetes mellitus pathogenesis together in different ways.Öğe Evaluation of dynamic thiol-disulfide balance and ischemia modified albumin levels in patients with chronic kidney disease(2022) Erdal, Hüseyin; Özcan, Oğuzhan; Turgut, Faruk Hilmi; Neselioglu, Salim; Erel, ÖzcanObjective: In this study, it was aimed to determine the dynamic thiol-disulfide balance and ischemia modified albumin (IMA) levels in patients with chronic kidney disease (CKD). Method: Thirty hemodialysis (HD), 30 CKD patients (stage 3-5) and 30 controls were included in the study. The dynamic thiol-disulfide balance was determined by the colorimetric method developed by Erel et al. IMA levels were determined by using cobalt binding test developed by Bar- Or et al. Results: Native and total thiol levels of CKD and HD patients were significantly lower than that of the control group (p=0.001 for both). However, disulfide levels were significantly higher in the HD group (p=0.001), but there was no significant difference between control and CKD groups(p=0.547). A statistically significant negative correlation was found between the native and total thiol levels and IMA (r=-0.628; -0.631), BUN (r=-0.747; -0.747), and creatinine (r=-0.732; -0.721). There was a significant positive correlation between GFR and the thiol levels (r=0.835;0.824). TrxR levels were significantly higher in the patient groups compared to the controls (p=0.001). CRP levels of the patient groups were significantly higher compared to the controls (p=0.001). Conclusion: We have demonstrated that measurement of dynamic thiol-disulfide levels by using colorimetric method can contribute to the diagnosis and follow-up of the disease as a marker, because it is easily applicable in routine clinical biochemistry laboratories and related with disease severity in CKD patients. Also, we showed that albumin correction due to dialysis process should be consider in studies dealing with plasma thiol values and the final results should be given after the correction process.Öğe EVALUATION OF HEARING LOSS IN PATIENTS WITH OSAS AND THE RELATIONSHIP BETWEEN S100B AND NSE(2020) Arlı, Cengiz; Sarac, Elif Tugba; Babayıgıt, Cenk; Dıkmen, Nursel; Özcan, Oğuzhan; Dogru, Sibel; Okuyucu, Emine EsraObjective: The aim of the current study was to determine the relationship between serum S100B levels, NSE levels and hearing function in patients with OSAS. Material and Methods: Thirty-five subjects and 30 controls were included in the study. The study group included 35 patients with moderate and severe apnoea (AHI > 15) who were diagnosed by polysomnography (PSG). Control subjects were selected with ESS (Epworth Sleepiness Scale). Serum S100B and NSE levels in the study and control groups were analyzed by ELISA (enzyme-linked immunosorbent assay) and high-frequency audiometry was done for all subjects. Results: Mean S100B levels and NSE levels of the OSAS group were significantly higher than that of the controls (p = 0.039; p = 0.002, respectively). The hearing thresholds between 125-1,000 Hz and between 4,000-12,000 Hz in the study group were found to be significantly higher than the control group. Conclusion: We suggest that hearing function should be evaluated in OSAS patients and a professional consultation should be sought for OSAS treatment. In addition, serum S100B and NSE measurements may be valued as biochemical indicators in determining hearing loss risk caused by OSAS.Öğe Evaluation of hearing loss in patients with OSAS and the relationship between S100B and NSE(PLEKSUS BİLİŞİM TEKN. DANIŞ. TEMS. YAY. ORG. A.Ş., 2020) Arlı, Cengiz; Saraç, Elif Tuğba; Özcan, Oğuzhan; Babayiğit, Cenk; Dikmen, Nursel; Doğru, Sibel; Okuyucu, Emine EsraObjective: The aim of the current study was to determine the relationship between serum S100B levels, NSE levels and hearing function in patients with OSAS. Material and Methods: Thirty-five subjects and 30 controls were included in the study. The study group included 35 patients with moderate and severe apnoea (AHI > 15) who were diagnosed by polysomnography (PSG). Control subjects were selected with ESS (Epworth Sleepiness Scale). Serum S100B and NSE levels in the study and control groups were analyzed by ELISA (enzyme-linked immunosorbent assay) and high-frequency audiometry was done for all subjects. Results: Mean S100B levels and NSE levels of the OSAS group were significantly higher than that of the controls (p = 0.039; p = 0.002, respectively). The hearing thresholds between 125-1,000 Hz and between 4,000-12,000 Hz in the study group were found to be significantly higher than the control group. Conclusion: We suggest that hearing function should be evaluated in OSAS patients and a professional consultation should be sought for OSAS treatment. In addition, serum S100B and NSE measurements may be valued as biochemical indicators in determining hearing loss risk caused by OSAS.Öğe Evaluation of Liver Fibrosis in Polycystic Ovary Syndrome by Shear Wave Elastography, FIB-4 Score, and Serum Periostin Levels(2023) Gürkan, Eren; Aslan, Gökçen; Burakgazi, Gülen; Özcan, OğuzhanObjective: In this study, we aimed to demonstrate the presence of liver fibrosis in patients with poly- cystic ovary syndrome at a relatively early stage of the disease using biochemical data and 2-dimen- sional shear wave elastography techniques. Methods: The study included 33 women with polycystic ovary syndrome and 33 healthy women volunteers. Serum androgen and sex hormone binding globulin levels were measured, and then free androgen index was calculated. Periostin and matrix metalloproteinase-3 levels were measured by ELISA method. Sterling formula was used to calculate FIB-4 score. Liver elasticity was evaluated using shear wave elastography. Results: Periostin and matrix metalloproteinase-3 levels were found to be significantly higher in the polycystic ovary syndrome group compared to the control group (P < .001 and P < .001, respectively). Serum testosterone level and free androgen index were also significantly higher in the polycystic ovary syndrome group (P = .044 and P = .037, respectively). However, there was no significant differ- ence between the groups in terms of liver velocity and elasticity (P = .185 and P = .172, respectively). A positive correlation was found between FIB-4 score and periostin (r = 0.433, P = .012) and between FIB-4 score and liver elasticity in the PCOS group (r = 0.374, P = .032). Conclusion: FIB-4 score was positively correlated with periostin and liver elasticity. These data sug- gest that in addition to FIB-4 score, serum periostin level and shear wave elastography may help us clinically in the detection of liver fibrosis at patients with polycystic ovary syndrome.Öğe Evaluation of patients with snakebite who presented to the emergency department : 132 cases(2016) Şahan, Mustafa; Taşın, Veyis; Karakuş, Ali; Özcan, Oğuzhan; Eryiğit, Umut; Kuvandık, GüvenAMAÇ: Bu çalışmada, yılan ısırması nedeni ile acil servise getirilen hastaların klinik evreleri, gelişen komplikasyonlar, yapılan tedaviler ve sonuçları değerlendirildi.GEREÇ VE YÖNTEM: Bu amaçla acil servise yılan ısırması nedeni ile getirilen 132 olgu hastane kayıtlarından geriye dönük olarak incelendi.BULGULAR: Hastaların %42.9'u (n=57) Evre 0 düzeyindeydi. En sık görülen lokal komplikasyon ağrı (n=56; %42.4) iken sistemik komplikasyon International Normalized Ratio (INR) değerinde uzama %5.3 (n=7) idi. Lokal komplikasyonlar her evrede görülebilirken sistemik komplikasyonlar ileri evrelerde görüldü. Yılan antivenomu %46.4 (n=61) hastaya uygulandı. Altmış dokuz hasta (%52.2) hastaneye yatırılırken, 63 hasta (%47.7) acil servisteki 6-12 saatlik gözlem sonrası şifa ile taburcu edildi. Ölüm olgusu görülmedi. Olgulardan altı aylık ve bir yıllık sürede olumsuz geri bildirim alınmadı.TARTIŞMA: Yılan ısırması olgularında yılan zehirinde bulunan toksinlere göre oluşabilecek komplikasyonlar değerlendirilmeli ve uygun tedavi evre-lere göre zamanında başlanmalıdır. Bu yaklaşım komplikasyonların gelişimini engeller veya azaltırÖğe Investigation of the effects of lipoic acid and dihydrolipoate on experimental renal ischemia-reperfusion model(2022) Kaçmaz, Filiz; Özcan, Oğuzhan; Arpacı, Abdullah; Ayaz, Ercan; Bayraktar, Hamdullah Suphi; Görür, SadıkObjective: Ischemic/reperfusion (I/R) causes tissue injury and the leading cause of acute kidney injury. In this study, we aimed to investigate the effects of the long and short-term usage of ALA and short-term DHLA on oxidative stress markers in the experimental renal ischemia-reperfusion model. Method: Forty male rats (250 to 300 gr) were divided into 5 groups: control; I/R group; long-term ALA+IR group; short-term ALA+IR group; and short-term DHLA+IR group. Ischemia was carried out for 45 minutes followed by reperfusion for 4 hours. Thiobarbituric acid reactive sunstances (TBARM), catalase (CAT), superoxide dismutase (SOD), and glutathione peroxidase (GSH-Px) activities in tissue samples and serum total antioxidant status (TAS) and total oxidative stress (TOS) assayed by the spectrophotometrically. Tissue samples were investigated by histopathological analyzes. Results: TBARM (Control: 0.38±0.05. I/R: 1.37±0.17, long-term ALA-treated group:1.025±0.15, short-term ALA-treated group: 0.68±0.09, short-term DHLA- treated group: 0.38±0.04 (nmol/mg protein); p<0,001) CAT (Control: 0.12±0.02, I/R: 0.04±0.008, long-term ALA-treated group: 0.07±0.01, short-term ALA- treated group:0.06±0.008, short-term DHLA-treated group: 0.08±0.01 (k/mg protein); p<0.001), GSH-Px (Control: 0.45±0.04, I/R: 0.21±0.028, long-term ALA- treated group: 0.37±0.05, short-term ALA-treated group :0.34±0.05, short-term DHLA-treated group: 0.37±0.04 (U/mg protein); p<0.001), and serum OSI levels (Control: 1.32±0.15, I/R: 3.08±0.44, long-term ALA-treated group: 1.775±0.21, short-term ALA-treated group: 1.85±0.37, short-term DHLA-treated group: 1.53±0.21 (arbitrary unit) ; p<0.001) were improved in the long and short-term ALA-treated group and short-term DHLA-treated group compared to the I/R group. These findings were more prominent in histopathological tissue samples in the DHLA-treated group. Conclusion: We consider that both long-term and short-term ALA applications have the potential for the treatment of renal I/R damage. Besides, DHLA is more effective than ALA.Öğe Karın ağrısı ve şuur bozukluğu : abdominal epilepsili olgu(2015) Kuvandık, Güven; Karakuş, Ali; Şahan, Mustafa; Özcan, OğuzhanAbdominal epilepsi, karın ağrısı bulantı ve kusma gibi gastrointestinal semptomların, letarji ve konvülziyon gibi nörolojik bulguların sık görüldüğü, tekrarlayıcı, az görülen bir durumdur. Genellikle çocukluk yaş grubunda görülmekle birlikte erişkinlerde de görülebilmektedir. Karın ağrısı yapan nedenlerin tanısal olarak ekarte edilmesinin ardından elektroensefalografi (EEG) ile değerlendirilerek tanı konmaktadır. Antiepileptiklerle semptomların düzelmesi tanıda önemlidir. On yedi yaşında kadın hasta aniden gelişen şuur bozukluğu nedeniyle acil servise getirildi. Hastanın genel durumu orta, şuuru konfüze, glaskow koma skalası (GKS): 11 (E: 2 M: 5 V: 4), tansiyonu 100/60 mmHg, nabzı 100/dk, solunumu 20/dk, ateşi 37.2 derece ve diğer fizik muayene bulguları doğaldı. Koma değerlendirmesine alınan hastanın ilk kan şekeri değeri 85 mg/dl ve serum amilaz, lipaz dahil acil kan parametreleri normaldi. Hastanın takipleri sırasında ikinci saatte şuuru tamamen açıldı. Karın ağrısı ayırıcı tanısı için istenilen incelemeleri de normaldi. Çekilen beyin tomografisinde anormallik saptanmazken EEG’sinde orta derecede aktif epileptiform anormalite ile uyumlu bulgular gösteren dalgalar tespit edildi. Levetirasetam tedavisi başlanan hastanın bir yıllık poliklinik kontrollerinde problem olmadı. Acil hekimleri karın ağrısı ve şuur bozukluğu olan hastalarda ayırıcı tanıda nadir görülen bir durum olan abdominal epilepsiyi düşünmelidir. Ayırıcı tanı amaçlı yapılan ilk incelemelerin ardından EEG ile hastalar değerlendirilmelidir.Öğe Klinik laboratuvarlardan kritik değerlerin sorumlu sağlık personeline bildiriminde gözlenen gecikmeler(2017) Özcan, Oğuzhan; Çakırca, Gökhan; Motor, Sedat; Yönden, ZaferAmaç: Bu çalışmada üniversite hastanesi klinik laboratuvarından yapılan kritik değer bildirimlerinde yaşanan gecikmelerin sıklığını ve olası gecikme nedenlerini araştırmayı amaçladık.Materyal ve Metotlar: Kritik değerlerin ve geciken bildirimlerin sıklığı, bildirim yeri, bildirim yapılan personel ve gün içi gecikme süreleri yüzdeler halinde gösterilmiştir.Sonuçlar: Toplamda 2018 (%1.02) kritik değer bildirimi yapılmış olup bunların %13.1'i gecikmiş bildirim olarak gerçekleşmiştir. Geciken bildirimler servis ve poliklinik hastalarından yapılan istemlerde acil servis ve yoğun bakımlara göre daha yüksek oranda gözlenmiştir (sırasıyla, %26.7, %26, %6.2 ve %4.9 p < 0.01). En fazla gecikme biyokimya parametrelerinde (%19.7, p < 0.001) ortaya cıkmış olup en çok gecikmenin sırasıyla sabah saatlerinde (06:00-10:00), öğle arası (12:00-14:00) ve mesai bitiminde görev değişim saatlerinde (16:00-18:00) gerçekleştiği gözlenmiştir. Bildirimlerin %62.8'inde ortalama 18.5 ± 4.4 dakika (hafif gecikme), %37.2'sinde ise ortalama olarak 47.1 ± 11.3 dakika (ileri derecede gecikme) gecikme yaşanmıştır. Kritik bildirimlerin çoğu sorumlu hekim dışındaki sağlık çalışanlarına yapılmıştır (%55.6).Sonuç: Laboratuvar uzmanları kritik değer bildirim süreçlerini sorumlu klinisyen ve sağlık çalışanları ile işbirliği içerisinde planlanmalıdırÖğe Oksidatif stres ve hücre içi lipit, protein ve DNA yapıları üzerine etkileri(2015) Özcan, Oğuzhan; Erdal, Hüseyin; Çakırca, Gökhan; Yönden, ZaferOksidatif stres, hücresel metabolizma sırasında oluşan hidroksil radikali, süperoksit radikali ve hidrojen peroksit gibi reaktif oksijen türlerinin artışı (ROS) ile onları detoksifiye eden, antioksidanların yetersizliği sonucu oksidatif dengenin bozulması olarak tanımlanır. Oksidatif stresteki artış sonucunda oluşan reaktif oksijen türleri hücre içi lipit ve protein yapıların çift bağ içeren gruplarına ve DNA'daki bazların çift bağlarına saldırır ve bir hidrojen atomu kopararak zincirleme oksidasyon reaksiyonlarını başlatırlar. Sonuçta hücre içi lipit, protein ve DNA gibi makromoleküller hasarlanarak hücre zedelenmesi veya hücre ölümü meydana gelir. Serbest radikallerin etkileri ile makromoleküllerin oksidatif hasarı sonucunda açığa çıkan malondialdehit (MDA) , protein karbonil (PCO), 8-hidroksiguanin (8-OHG) gibi ürünlerin vücut sıvıları ve dokularda biyokimyasal yöntemlerle ölçülmesi ile oksidatif hasar varlığı tespit edilir. Son yıllarda bu alanda gittikçe artan sayıda çalışmaya rağmen halen oksidatif stresin hücre içi yapılar üzerine etkisi bütün yönleriyle bilinmemektedir. Bu derlemede oksidatif stresin oluşum mekanizması, antioksidan sistemler ve etki mekanizmaları, hücre içi yapılara olan etkileri ve oksidatif streste oluşan yıkım ürünlerinin biyokimyasal yönden değerlendirilmesi hedeflenmiştirÖğe ORAL PRESENTATION ABSTRACTS(De Gruyter Open Ltd, 2024) Özcan, Oğuzhan; Doğan, Serdar; Çiçek, Güner; Kaçmaz, Filiz; Oğuzman, Hamdi; Arpacı, AbdullahObjectives: This study investigated the effect of aerobic exercise on serum irisin, preptin levels in overweight women and their relationship with routine biochemical tests. Methods: The study included 25 healthy controls and 25 overweight sedentary women (BMI>25). The exercise training was performed 3 days a week for 12 weeks. Anthropometric measurements were performed and fasting blood samples were collected before and after exercise period. All samples were centrifuged at 1500xg for 10 minutes and the serum was separated. Serum irisine and preptin levels were analyzed by ELISA method. Routine biochemical parameters were assayed by spectrophotometric, hsCRP levels by nephelometric and insulin levels by immunoassay method using auto analyzers. Results: There was a significant decrease in BMI and fat mass in the post-exercise group compared with pre-exercise (p<0.001). Serum irisin levels were significantly lower in pre- and post-exercise group compared to controls (p<0.001), but no significant change was observed after exercise period. Preptin levels were significantly higher in the pre-exercise group (median/IQR, 558.2 /351,2-756,8 pg/ml) compared to the controls (median / IQR, 137.1/85.2-427.9 pg/ ml), and significantly reduced in post-exercise group (medium/IQR, 243.1/179.2-330 pg/ml) compared to pre-exercise group. In the pre-exercise group, a significant negative correlation was observed between irisin and body mass index (r=-0.443, p=0,027), while a positive correlation was found between preptin and body weight (r=0.438, p=0.029). Conclusions: Twelve weeks of aerobic exercise in overweight sedentary women has lowering effect on serum preptin levels but no effect on serum irisin levels. © 2024 De Gruyter Open Ltd. All rights reserved.Öğe Plasma ischemia-modified albumin levels and dynamic thiol/ disulfide balance in sickle cell disease : a case-control study(2018) Özcan, Oğuzhan; Erdal, Hüseyin; İlhan, Gül; Demir, Damla; Gürpınar, Ahmet Burak; Neşelioğlu, Salim; Erel, ÖzcanObjective: Sickle cell disease (SCD), described as a group of inherited blood disorders, affects millions of people throughout the world and is particularly common in the southern part of Turkey. We aimed to determine the relationship between ischemia-modified albumin (IMA) and the dynamic thiol/disulfide balance in SCD. Materials and Methods: Fifty-four adult SCD patients and 30 healthy controls were included in the study. The 54 adult patients included 30 (56%) males and 24 (44%) females with a mean age of 28.3±8.4 years (minimum-maximum: 18-46 years). Of the 54 patients, 46 had homozygous sickle cell anemia (HbSS) and 8 had sickle/?-thalassemia (HbS/?+-thalassemia). Fasting blood samples were collected. After centrifugation at 1500×g for 10 min, plasma samples were portioned and stored at -80 °C. IMA levels were determined by albumin cobalt binding test, a colorimetric method. Total and native thiols and disulfide were analyzed with a novel spectrophotometric method. Results: We found significantly lower levels of native thiol (-SH) (284.0±86.3 µmol/L), disulfide levels (14.6±7 µmol/L), and total thiols (-SH + -S-S-) (313.0±89.3 µmol/L) in SCD patients compared to healthy controls (respectively 417.0±54.2, 22.7±11.3, and 462.0±58.7 µmol/L). Plasma albumin levels (34.9±7.9 g/L) were lower and IMA levels (13.6±3.1 g/L) were higher in SCD patients compared to controls (respectively 43.5±3.1 and 8.4±1.6 g/L). Plasma albumin levels were strongly correlated with both plasma native (r=0.853; p=0.0001) and total thiols (r=0.866; p=0.0001). Conclusion: Decreased plasma native and total thiol levels and increased IMA levels are related to increased oxidative stress and provide an indirect and quick reflection of the oxidative damage in SCD patients.Öğe Preeklampsili Gebelerde Serum Dinamik Tiyol-Disülfit Dengesinin Değerlendirilmesi ve TNF-a ve Düşük Doğum Ağırlığı ile İlişkisi(2023) Akaslan, Zeynep; Özcan, Oğuzhan; Gözükara, İlay; Arpacı, AbdullahAmaç: Preeklampsi gebeliğin 20. Haftasından sonra ortaya çıkan ve hipertansiyon ile karakterize bir gebelik komplilkasyonudur. Hastalığın patogenezinde uterovasküler yetmezliğe bağlı gelişen doku iskemisi ve buna ortaya çıkan oksidatif stres rol oynar. Vücutta oksidatif dengenin korunmasında dinamik tiyol-disülfit dengesi önemli bir rol oynar. Bu çalışmada preekalmpsili gebelerde serum dinamik tiyol-disülfit dengesi ve TNF-? ve düşük doğum ağırlığı ile ilişkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntemler: Preeklampsi tanısı almış 30 gebe ile yaş ve cinsiyet olarak eşitlenmiş 30 sağlıklı gebe kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edildi. Tüm gebelerden 2.veya 3. Trimesterlerde sabah açlık kanları toplandı. Tüm örnekler 1500 x g'de 10 dakika santrifüj edildikten sonra serum örnekleri porsiyonlara ayrıldı ve -80 °C'de saklandı. Serum total tiyol ile native tiyol düzeyler kolorimetrk yöntemle otoanalizörde ölçüldü ve disülft değerleri “disülfit miktarı= (Total Tiyol – Native Tiyol)/2” formülü ile hesaplandı. Serum TNF-? düzeyleri ise ELISA yöntem ile ölçüldü. Bulgular: Preeklampsili gebelerde sistolik ve diyastolik kan basınçları kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p<0,001) ve doğum ağırlıkları (sırasıyla, r=-0.766, r=-0.705, p=0.000) ile anlamlı derecede negatif yönde körele idi. Preeklampsi grubunda total ve native tiyol düzeyler anlamlı derecede düşük iken, hesaplanan disülfit değerleri ile serum TNF-? düzeyleri kontrollere göre anlamlı derecede yüksek saptandı (p<0,001). Native tiyol ile gestasyonel yaş ve doğum ağırlığı arasında anlamlı pozitif orta derecede korelasyon, (sırasıyla, r=0.536, r=0.497, p=0.000) mevcuttu. Hesaplanan disülfit değerleri ile TNF-? arasında pozitif yönde (r=0.575, p=0.000), gestasyonel yaş ve doğum ağırlığı arasında zayıf ama negatif yönde anlamlı korelasyon mevcuttu (sırasıyla, r=-0.350, p=0.006, r=-0.272, p=0.035). Sonuç: Preeklampsili gebelerde sistemik dolaşımda hem total hem de nativ tiyollerin azalması ve hesaplanan disülfit miktarının artması dinamik tiyol-disülfit dengesinin preeklampsi patogenezinde önemli bir rolü olabileceğini ve düşük doğum ağırlığı ile ilişkili olabileceğini düşündürmektedirÖğe Protective effect of dexpanthenol on gentamicin-induced nephrotoxicity in rats(İnönü Üniversitesi, 2019) Pınar, Neslihan; Özcan, Oğuzhan; Doğan, Esin; Çakırca, GökhanAim: We evaluated the protective effects of dexpanthenol (Dxp) in rats with gentamicin (Genta)-induced nephrotoxicity by assessing a panel of biochemical and histopathologic parameters. Material Methods: Forty rats were divided randomly into the following four groups: Control group, physiological saline solution (0.5 cc intraperitoneally (i.p.) for 8 days; Dxp group, Dxp (500 mg/kg i.p.) for 8 days; Genta group, Genta (100 mg/kg, i.p.) for 8 days; and Genta+Dxp group, Gent a and Dxp (100 and 500 mg/kg i.p., respectively) for 8 days. Results: TIn the Genta group, the urea, creatinine, tumor necrosis factor-alpha (TNF-α), total oxidant status (TOS), oxidative stress index (OSI) and malondialdehyde (MDA) levels were significantly higher and the catalase (CAT) and glutathione peroxidase (GSH-Px) activities were significantly lower than those in the control group. In the Genta+Dxp group, the urea, creatinine, and TNF-α, TOS, OSI and MDA levels were significantly lower and the CAT and GSH-Px activities were significantly higher than those in the Genta group. Histopathological investigation showed severe tubular necrosis in the Genta group, which was of lesser severity in the Genta+Dxp group. Conclusion: The biochemical and histopathologic results of this study indicate that Dxp can ameliorate Genta-induced nephrotoxicityÖğe Serum neuron specific enolase and S-100B levels in hemodialysis and peritoneal dialysis patients(Galenos Yayınevi, 2019) Alpdemir, Medine; Özcan, Oğuzhan; Alpdemir, Mehmet Fatih; Şeneş, Mehmet; Azak, Alper; Duranay, Murat; Yücel, DoğanObjective: Neuron-specific enolase (NSE) and S-100B are brain-derived proteins, and their levels increase in brain injury. The aim of the study was to determine serum S-100B and NSE levels in patients with end-stage renal disease undergoing hemodialysis (HD) and peritoneal dialysis (PD) and to demonsrate how these levels were affected by the type of dialysis applied. Methods: The study group consisted of age- and gender-matched 20 patients undergoing HD, 26 patients undergoing continuous ambulatory PD (CAPD) and 21 healthy controls. Blood samples were obtained before and after dialysis in the HD patient group, and fasting blood samples were obtained in the CAPD and control groups. The routine biochemical parameters were measured within two hours from all serum samples. The remaining serum samples were stored at -80 °C until the day of analysis of the S-100B and NSE assays. Serum S-100B and NSE levels were measured by chemiluminescence immunoassay method. Routine biochemistry tests were measured by colorimetric method using a biochemistry analyzer. Results: Serum S-100B (0.11±0.06 ng/mL in HD, 0.13±0.09 ng/mL in CAPD and 0.05±0.03 ng/mL in controls) and NSE (12.7±5.99 ng/mL in HD, 9.26±5.52 ng/mL in CAPD and 6.82±2.36 ng/mL in controls) levels were higher in HD and CAPD groups compared to controls. S-100B and NSE levels were higher after HD compared to before HD (p<0.001). There was a weak but significant correlation between S-100B and NSE levels (r=0.290; p=0.006). Conclusion: In this study, serum S-100B and NSE levels were found to be high in patients undergoing HD and PD. Serum S-100B and NSE concentrations were higher in HD and CAPD patients. Increased S-100B and NSE levels may be associated with cerebrovascular events in patients with chronic renal failure. They may also be important markers for the determination of cerebrovascular events.Öğe Snake Envenomation to the Face of a Child--Rare Case(2015) Şahan, Mustafa; Duru, Mehmet; Çalişkan, Koca; Karakuş, Ali; Özcan, Oğuzhan; Kahraman, Ahmet; Kuvandik, GüvenSnakebites are seen in summer season in the southern part of Turkey, including Hatay province. In average of 40 patients with snakebites are admitted to our hospital every year. Viper is the most common venomous snakes in our region. Their hemotoxins and necrotoxins lead to local or systemic tissue damage and is responsible for the mortality and morbidity. In this report, we described a rare pediatric case, a six-year-old boy having been bitten on the left side of his face when he was looking around from their home's balcony. The patient was orotracheally intubated and mechanically ventilated because of airway obstruction due to severe edema. 12 flacon of anti-snake venom, mannitol infusion, fresh frozen plasma, erythrocytes suspension and antibiotherapy were administered to the patient. Seven days after the admission, clinical and laboratory findings were improved and the patient was discharged in a good condition. Snakebites inflicted on face and neck areas may cause rapidly progressive edema in respiratory tract and lead to life-threatening conditions. Therefore early orotracheal intubation is very important to prevent mortality.Öğe Tip 2 diyabetli hastalarda elektrolit bozuklukları(2017) Özsan, Müge; Yaprak, Mustafa; Özcan, Oğuzhan; Kiriktir, Esra; Turgut, FarukAMAÇ: Tip 2 diyabetli hastalardaki elektrolit değişikliklerini ve bunların glisemi regülasyonu ile ilişkisini değerlendirmektir. GEREÇ ve YÖNTEMLER: Çalışmada, 01.02.2015-30.12.2015 tarihleri arasında hastanemiz Endokrinoloji ve Metabolizma polikliniği ve Nefroloji polikliniklerine değişik nedenlerle başvuran 30- 90 yaş arası diyabet tanısı olan hastaların kayıtları değerlendirildi. Tip 1 Diabetes Mellitus, diüretik, renin anjiotensin aldosteron sistemi blokeri veya bunların kombinasyonunu alanlar, diyare ve kusması olanlar, ciddi kalp yetmezliği, karaciğer sirozu, aktif malignitesi olanlar, tahmini glomerüler filtrasyon hızı <= 60 mL/dk 1.73 m2 olanlar, kalsiyum, magnezyum, D vitamini replasmanı alanlar ve aktif diyabetik ketoasidoz tanısı olanlar değerlendirme dışında bırakıldı. BULGULAR: Çalışmaya alınma ve dışlama kriterleri sonucunda 161' i kadın, 162'si erkek olmak üzere toplam 323 tip 2 diyabetik hasta alındı. Çalışma grubunda en sık gözlenen elektrolit bozukluğu hipomagnezemi idi (%20,2). Serum glukoz düzeyleri ve serum sodyum düzeyleri arasında negatif korelasyon saptandı (p<0,05; r=-0,28). Glukoz ile diğer elektrolitler (potasyum, kalsiyum, fosfor ve magnezyum) arasında herhangi bir korelasyon tespit edilmedi. SONUÇ: Tip 2 diyabet gerek hastalığın fizyopatolojisi gerekse kullanılan ilaçlar ve komorbit durumlar nedeniyle elektrolit bozukluklarının sık görüldüğü bir durumdur. Bu hastaların takibinde elektrolitlerin değerlendirilmesi ve herhangi bir bozukluk tespit edildiğinde bu durumu düzeltmeye yönelik önlemler alınması mortalite ve morbiditenin azaltılması açısından önemlidir.