Tıpta Uzmanlık - Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 56
  • Öğe
    mandibular molar dişsiz bölgede implant üstü sabit protetik restorasyonlarda kemik rezorpsiyonu ve okluzyon analizinin değerlendirilmesi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2018) Ergünbaş, Bilge; Zortuk, Mustafa
    Giriş ve Amaç: Mandibular posterior bölgede implant üstü sabit protez uygulanan hastalarda kemik rezorpsiyon ve oklüzyon analizin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Yapılan bu çalışmaya mandibular posterior bölgede implant üstü sabit protez uygulanan, yaşları 32-75 arasında değişen (Ortalama 54.00±11.11), 15'i (%53.6) erkek, 13'ü (%46.4) kadın olmak üzere toplam 28 hasta dahil edilmiştir. Yapılan çalışmada tedaviden 1 yıl sonraki kemik kayıp miktarları ve oklüzyon analiz sonuçları değerlendirilmiştir. Çalışmada aynı zamanda hastaların anterior rehberlik, posterior disklüzyon, oklüzal tabla, tüberkül eğimleri, dişin kapanış durumu, sondalama kanama indeksi, plak indeksi ve cep derinliği gibi durumları da göz önünde bulundurulmuştur. Elde edilen veriler SPSS programı ile analiz edilmiştir. Bulgular: Yapılan istatistiksel analizler neticesinde kadınlarda distal kemik kaybının erkeklerden daha fazla olduğu, oklüzal tablalı vakalarda mesial kemik kaybının daha fazla olduğu, tüberkül eğimi fazla olanlarda mesial ve distal kemik kaybının fazla olduğu, dişin kapanış durumuna göre yüzey yüzeye temasta olan vakalarda distal kemik kaybının daha fazla olduğu, sondalama kanama indeksi yüksek olanlarda mesial ve distal kemik kaybının daha fazla olduğu, plak indeksi yüksek olanlarda mesial kemik kaybının daha fazla olduğu, cep derinliği ile kemik kaybı arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğu görülmüştür. Sonuç: Okluzyonunun kemik rezorpsiyonu üzerinde etkisi anlamlı bulunamamış olup implant üstü restorasyonun kendi tüberkül eğiminin artışı, karşıt dişle kapanışının yüzeysel olması resorpsiyonu artış yönünde anlamlı ölçüde etkilemektedir. Periodontal indekslerin değerlerindeki artışın ise alveolar kemik rezorpsiyonu üzerinde de artışa neden olduğu çalışmamızda gözlemlenmiştir.
  • Öğe
    Diş hekimliğinde farklı cam iyonomer restoratif materyallerin antimikrobiyal etkilerinin, nanosertliklerinin ve sitotoksisitelerinin in vitro olarak incelenmesi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2018) Coşgun, Alem; Bolgül, Behiye
    Giriş ve Amaç: Bu araştırmada amaç diş hekimliğinde farklı cam iyonomer restoratif materyallerin antimikrobiyal etkilerinin, nanosertliklerinin ve sitotoksisitelerinin in vitro olarak incelenmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda Cam İyonomer restoratif materyalleri olan Argion (VOCO,Almanya), Zirconomer (Shofu Inc., Japonya), EQUIA Forte (GC, Japonya), Fuji II LC Capsule (GC, Japonya), Fuji IX GP Capsule (GC, Japonya) ve kompozit rezin restoratif materyali olan Cavex Qadrant Universal LC (CAVEX, Hollanda) kullanılmıştır. Restoratif materyal örneklerinin antimikrobiyal etkinliğinin ölçülmesi için Mikrodilüsyon ve Disk Difüzyon Testi kullanıldı. Sitotoksisitenin değerlendirilmesi için MTT (tetrazolium salt 3-[4, 5dimethylthiazol-2-yl]-2, 5- diphenyltetrazolium bromide) testi kullanıldı. Nanoindenter cihazıyla nanosertlik ölçümü yapıldı. Bulgular: Bakteriyel konsantrasyonu 1x106, 1x105, 1x104, 1x103, cfu/ml olan kültürlerde (Lactobacillus casei ve Streptococcus mutans) hiçbir materyal antimikrobiyal etkinlik göstermedi. Tüm materyallerin 1x102 cfu/ml bakteriyel konsantrasyonu bulunan kültürlerde (Lactobacillus casei ve Streptococcus mutans) bakteriyel üremeyi inhibe ettiği tespit edildi. Mantar konsantrasyonu 1x105, 1x104, 1x103, 1x102, cfu/ml olan kültürlerde (Candida albicans) hiçbir materyal antifungal etkinlik göstermedi. Tüm materyallerin <1x102 cfu/ml mantar kökeni (Candida albicans) bulunan kültürlerde mantar üremesini inhibe ettiği tespit edildi. Sitotoksisitesi değerlendirilen materyallerin hiçbiri 24 ve 48 saatlik inkübasyon periyotlarından sonra toksik etki göstermedi. Zircomer, Equia Forte, Fuji IX GP Capsule ve Fuji II LG Capsule 72 saatlik inkübasyon periyodundan sonra istatistiksel açıdan kontrol grubu ile karşılaştırıldığında anlamlı düzeyde düşük hücre canlılık değeri gösterdi (p<0,05). Fakat toksik etki gösteren bu gruplar arasındaki fark istatistiksel olarak önemli bulunmadı. (p>0,05) Nanosertlik testi sonucu elde edilen değerler ile yapılan istatistiksel analiz sonucunda gruplar arasındaki fark önemli bulunmuştur (p<0,05). Gruplar arası karşılaştırmada, en yüksekten en düşüğe doğru nanosertlik değerlerine sahip gruplar sırasıyla Fuji II LC Capsule > EQUIA Forte > Cavex Qadrant Universal LC > Argion > Fuji IX GP Capsule > Zirconomer şeklindedir. Sonuç: Test edilen materyallerin tamamı düşük antimikrobiyal etkinlik gösterdi. Bu materyallerin antifungal etkinlikleri ise antimikrobiyal etkinliklerinden daha düşük bulundu. Zircomer, Equia Forte, Fuji IX GP Capsule ve Fuji II LC Capsule düşük sitotoksik etki gösterdi. Fuji II LC Capsule en yüksek sertlik değerini gösterirken en düşük sertlik değerini Zirconomer gösterdi.
  • Öğe
    CAD/CAM, lazer sinterizasyon ve konvansiyonel döküm yöntemleriyle üretilen metal alt yapıların, implant abutmentlara olan bağlantı dayanımının in vitro olarak karşılaştırılması
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2018) Mutlu, Ali; Zortuk, Mustafa
    Giriş ve Amaç: Çalışmamızın amacı cad/cam, lazer sinterizasyon, ve konvansiyonel döküm yöntemleri ile üretilen metal altyapıların implant abutmentlara olan bağlantı dayanımını karşılaştırılmaktır. Gereç ve Yöntem: Bağlantı dayanımının değerlendirilmesi için 90 adet implant analog ve abutmentların akril içine gömülmesiyle örnekler hazırlandı. Cad/cam, lazer sinterizasyon, ve konvansiyonel döküm yöntemleri ile 30'ar adet metal altyapı, üç farklı siman kullanılarak implant abutmentlara simante edildi. Örneklere daha sonra üniversal test cihazı ile 1mm/dk hızla çekme testi uygulandı. Universal test cihazında metal alt yapıların dayanaklardan ayrıldığı en büyük kuvvet değerleri Newton biriminde kaydedildi. İstatistiksel analizler bilgisayar programı kullanılarak yapılmıştır. Çalışmada verilerin dağılımının normalliği Kolmogorov-Smirnow testi ile değerlendirilmiştir. Çalışmada verilerin dağılımının homojenliği ise Levene's testi kullanılarak yapılmıştır. Verilerin istatistiksel analizi ise 0.05 anlamlılık düzeyinde iki yönlü varyans analizi ve post-hoc tukey çoklu karşılaştırma testi kullanılarak yapılmıştır. Bulgular : İki yönlü varyans analizi üretim tekniği ve siman tipinin tutuculuk üzerinde anlamlı bir etkisi olduğunu ortaya koymuştur (P<0.05). Bununla birlikte üretim tekniği ve siman tipinin ikisinin etkileşiminin (p=0.081, p>0.005) tutuculuk üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkisinin olmadığı görülmüştür(p>0.05). Sonuç: Çalışmamızda elde edilen sonuçlar doğrultusunda lazer sinter yöntemi ve kendinden adezivli rezin siman Panavia f2.0 en yüksek tutuculuk değerini göstermiş ve başarılı bulunmuştur.
  • Öğe
    Erken çocukluk çürüğü olan çocuklarda bakteri florasının incelenmesi ve flor vernik uygulamasının bakteri florasına olan etkisinin değerlendirilmesi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2017) Meriç, Ezgi; Bolgül, Behiye
    Giriş ve Amaç: Erken çocukluk çürüğü, çocukların yaşamlarını ve ailenin farklı yönlerini etkileyebilen en yaygın kronik hastalıklarından biridir. Farklı flor preparatları kullanmak, hastalığı önlemenin en etkili yollarından biridir. Flor verniği, profesyonel olmayan kişiler tarafından bile uygulanabilen topikal bir ajandır. Bu çalışmada; erken çocukluk çürüğü olan çocuklarda oral flora bakterilerinin PCR metodu ile araştırılması, flor vernik uygulamasından önceki ve sonraki oral bakterileri sayılarının karşılaştırılarak flor verniğin antibakteriyel etkinliğinin incelenmesi amaçlanmaktadır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Mustafa Kemal Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı ile Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda yapılmıştır. Çalışmaya MKÜ Diş Hekimliği Fakültesi Çocuk Dişhekimliği Anabilim Dalı polikliniklerine başvuran yaşları 2-6 arasında değişen, erken çocukluk çağı çürüğü tanısını almış 30 hasta çalışma grubu ve çürüksüz 30 hasta kontrol grubu olmak üzere toplam 60 hasta dahil edildi. Hastalar bir pedodontist tarafından dmft/dmfs indexi kullanılarak muayene edildi. Plak ve tükürük örnekleri alınarak flor verniği uygulandı. 6 hafta sonra tekrar çağrılarak hastalardan yine plak ve tükrük örnekleri toplandı. Hastalardan alınan tükürük ve plak sürüntü örnekleri konvansiyonel kültür yöntemleri kullanılarak ve gerektiğinde Vitek-2 (bioMeuriux, France) otomatize sistemleri yardımıyla tiplendirmeleri yapıldı. Ayrıca hastalardan alınan örneklerden mikroorganizma tür tayinleri ve mikroorganizma kantitasyonları da gerçekleştirildi. Çalışmada hastalardan izole edilen S.mutans kökenlerinde gtfD, gtfT gtfK gtfP gtfR ve gtfG kullanılarak PCR yöntemi ile S.mutans izolatların subtiplemeleri yapıldı. Ayrıca, çalışmada aşağıdaki gtfB geni amplifikasyonunu takiben S.mutans kökenlerinde S.mutans izolatları subtiplerinin RFLP yöntemi ile belirlenmesi için HaeIII restriksiyon enzimi ile kesimi yapılarak RFLP yöntemi ile subtiplerinin tanımlamaları yapıldı. Veriler, SPSS yazılımı kullanılarak analiz edildi. Bulgular: S. mutans, çürüklü (çalışma grubu) ve çürüksüz (kontrol grubu) tüm bireylerde bulundu. Flor uygulamasından sonra S. mutans ve laktobasil sayılarında anlamlı düşüş gözlendi. Sonuç: Flor vernik uygulamasının EÇÇ'nin önlenebilmesi açısından etkili bir ajan olduğu sonucuna varıldı. Çürüklü (çalışma grubu) hastalarda çürüksüz (kontrol grubu) hastalara kıyasla S. sorbinus görülme oranı istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Ancak S. sobrinus'un diğer bakterilerle birlikte bulunması ile çürük oluşumu ve gelişimi arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı.
  • Öğe
    Modifiye edilmiş Ni-Ti ark tellerinin yüzey özelliklerinin değerlendirilmesi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2017) Yılmaz, Hakkı; Bilgiç, Fundagül
    Giriş ve Amaç: Ortodontik tedavide, tedavi sırasında ağız içinde çoğunluğu metal olan birçok malzemeden faydalanılmaktadır. Bu malzemelerin özellikleri, bir taraftan tedavi sırasında uygulanan mekanikleri etkileyebilirken, diğer taraftan ağız içinde korozyona uğrayıp iyon salınımına neden olabilirler. Bu çalışmanın amacı ortodontik tedavi sırasında kullandığımız NiTi ark tellerinin yüzey özelliklerinin modifiye edilerek sürtünme katsayılarındaki ve korozyon dirençlerindeki değişimlerin incelenmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda toplam 16 adet 0,016 x 0,022 inç NiTi ark teli kullanıldı. Tellerin kaplanması için, Ni-Ti, 3 farklı derişimde molibdat tuzu içeren Ni-TiMo ve yine 3 farklı derişimde krom tuzu içeren Ni-Ti-Cr kaplama banyoları hazırlandı. Oluşan yeni yüzeylerin SEM ile yüzey görüntüleri incelendi, X-ray ile kristalografik yapı belirlendi. Kaplanmış tellerin sürtünme katsayıları nano indenter ile değerlendirildi. Kaplanan teller 37,5 oC'de korozif ortam olarak hazırlanan yapay tükürük içinde bekletildi. Elektrokimyasal analiz cihazı ile impedans ölçümleri yapıldı. Açık devre potansiyelinde AC impedans spektroskopi ölçümleri sırasıyla 4 saat, 7, 15, 30, 45 ve 60 gün sonra gerçekleştirildi. Bulgular: Elde edilen örnekler korozyon ve sürtünme açısından değerlendirildiğinde kaplanmamış tele göre pozitif gelişmeler elde edildi. Korozyon açısından değerlendirildiğinde tüm kaplanmış tellerde kaplanmamış tele göre daha fazla korozyon direnci meydana gelmiştir [kaplanmamış NiTi (-447 mV), NiTi kaplanmış tel (-388 mV), NiTiMo15 (-328 mV), NiTiMo25 (-327 mV), NiTiMo35 (-427 mV), NiTiCr15 (-395 mV), NiTiCr25 (-366 mV), NiTiCr35 (-380 mV)]. Sürtünme açısından değerlendirdiğimizde ise NiTiMo15 (0,229157783) ve NiTiMo25 (0,238299674) kaplanmış tellerde, kaplanmamış NiTi tele (0,283697809) göre daha düşük sürtünme katsayıları tespit edildi. Sonuç: Çalışmamızın sonuçları, NiTi tellerin yüzey özelliklerinin, elektrokimyasal yollarla geliştirilebildiğini göstermektedir. İncelenen tellerden NiTiMo25 ve NiTiMo15 ile kaplanmış olan tellerde korozyon performansı artarken ve sürtünme katsayısında düşüş gözlendi. Uygulamış olduğumuz bu tür protokollerin daha kaliteli yüzeyler elde edilmesine yardımcı olduğunu söyleyebiliriz.
  • Öğe
    CBCT ve üç boyutlu laboratuvar tarayıcısından yararlanılarak CAD
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2017) Cilli, Mesutcan; Kale, Ediz
    Giriş ve Amaç: Bu çalışmada; 3 boyutlu (3B) laboratuvar tarayıcısı ve konik ışınlı bilgisayarlı tomografi (CBCT – Cone Beam Computerized Tomography) verileri kullanılarak bilgisayar destekli tasarım / bilgisayar destekli üretim (CAD/CAM – computer-aided design / computer-aided manufacturing) ile üretilen posterior monolitik zirkonyum kuronların dikey marjinal açıklıklarının (DMA) üretim yöntemi bakımından karşılaştırılarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çekilmiş sol üst birinci molar diş, kuron ve kole bölgesi dışarıda kalacak şekilde akrilik küp taban içerisine gömüldü ve kuron preparasyon esaslarına göre "shoulder" basamaklı preparasonu tamamlandı (okluzal yüzeyden 1,5-2 mm, diğer yüzeylerden yaklaşık 1 mm diş sert dokusu kaldırıldı). Elde edilen çalışma model, 3B laboratuvar tarayıcısıyla taranarak sanal ortamda dijital modele dönüştürüldü (Kontrol Grubu - K Grubu). Çalışma modeli, CBCT ile taranarak bir dijital model daha oluşturuldu (1. Deney Grubu - D1 Grubu). CBCT ile oluşturulan dijital modelden polimetilmetakrilat (PMMA) kullanılarak gerçek boyutta CAD/CAM ile model üretildi ve üretilen bu model 3B laboratuvar tarayıcısı ile taranarak ayrı bir dijital modele daha dönüştürüldü (2. Deney Grubu - D2 Grubu). Elde edilen 3 ayrı gruba ait her bir nihai dijital modelin üzerinde, aynı parametrelere sahip (marjinal kenar sınırında 40 µm, marjinal kenar sınırından 1 mm yukarıdaki yüzeylerde 70 µm siman aralığı ayarlandı), monolitik zirkonyum kuronlar tasarlandı. Her grupta 16 örnek olacak şekilde (güç analızi sonucu >%80), 5 eksenli CAM cihazı ile kuronlar üretildi. Çalışma modelinde, diş etrafında belirlenen 8 sabit noktadan, restorasyonların DMA değerlerini ölçmek için ×100 büyütmeyle mikroskop altında ölçümler yapıldı. Her örneğin ortalaması hesaplandı ve gruplar bazında ortalamalar elde edildi. Toplanan veriler ile grupların dikey marjinal uyumlarını ikili olarak karşılaştırıldı. Gruplar arasında istatistiksel fark, Kruskal-Wallis testiyle araştırıldı (α=0,05). Grupların ikili karşılaştırılmasında Mann-Whitney U testi kullanıldı. İstatiksel farkı ortaya çıkarmak için %95 güven aralığında Bonferroni düzeltmesi kullanıldı (α=0,017). Bulgular: Her grupta 16 örnek ve her örnekte 8 ölçüm noktası olmak üzere, 3 grupta toplam 384 noktadan ölçüm yapıldı. K Grubu için DMA ortalama değeri 40,98 µm, D1 Grubu için 43,60 µm ve D2 Grubu için 59,97 µm olarak hesaplandı. K Grubu ile D1 Grubu arasında anlamlı derecede fark bulunmazken (p=0,274), K Grubu ile D2 grubu arasında ve D1 Grubu ile D2 Grubu arasında anlamlı derecede fark bulundu (p<0,001). Sonuçlar: Bu in-vitro çalışmanın sınırlı koşulları içerisinde; 3B laboratuvar tarayıcısı verileri ve CAD/CAM ile üretimin DMA açısında 120 µm'nin altında klinik olarak kabul edilebilir ve en iyi sonuçları verdiği bir kez daha kanıtlamıştır. CBCT verileri kullanılarak modifiye üretim teknikleri ile yapılan monolitik zirkonyum kuron üretiminin ise klinik olarak kabul edilebilir (<120 µm) ve umut vaat edici sonuçlar verdiği görülmüştür.
  • Öğe
    CBCT veya üç boyutlu laboratuvar tarayıcısından yararlanılarak CAD
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2016) Belgin, Hüseyin Berkay; Kale, Ediz
    Amaç Bu çalışmanın amacı; CBCT (Cone beam computerized tomography) veya 3B (3 boyutlu) laboratuvar tarama cihazı verisi kullanılarak CAD/CAM (Computer-aided-design/computer-aided-manufacturing) ile üretilen üç üyeli zirkonyum altyapılı posterior restorasyonları dikey marjinal açıklıkları (DMA) bakımından karşılaştırmalı olarak değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem Çekilmiş sol ikinci premolar ve molar dişler maksiller modelde yerlerine yerleştirildi ve tam seramik restorasyonlarda kullanılan preparasyon kurallarına göre preparasyonları tamamlandı. Preparasyonu tamamlanan ve modele yerleştirilmiş dişler 3B laboratuvar tarama cihazı ve CBCT ile tarandı. Tarama sonucu elde edilen stereolitrografi formatındaki veriler farklı iki dijital model elde etmek üzere CAD yazılımına aktarıldı. Hazırlanan iki dijital model üzerine aynı parametreler kullanılarak 3 üyeli zirkonyum posterior restorasyon altyapıları tasarlandı. Tasarlanan altyapılar yarı sinterlenmiş zirkonyum bloklar kullanılarak 5-eksenli CAM sistemi ile üretildi. 3B laboratuvar tarama ve CBCT görüntü verileri kullanılarak, her grupta 22 örnek olacak şekilde üretim tamamlandı ve model üzerine elle uyumlandırıldı. Premolar ve molar dişler etrafında belirlenen 7'şer ölçüm noktasından, restorasyonların dikey marjinal açıklıklarını gözlemlemek için ×100 büyütmede ölçüm yapıldı. Ölçüm sonuçları değerlendirilerek her noktada DMA ortalamaları hesaplandı. Elde edilen veriler ile 2 grubun (% 80 güç için n=22) dikey marjinal uyumları Mann-Whitney U testi kullanılarak istatistiksel olarak karşılaştırıldı (α=0.05). Bulgular Her grupta 22 altyapı, her altyapıda 14 ölçüm noktası olmak üzere, 2 grupta toplam 616 noktadan ölçümler yapıldı. Her grup için en yüksek ve en düşük DMA ortalamaları hesaplandı. En düşük ve en yüksek DMA değerleri: premolar 3B-L grubu için 44 ve 55 µm; premolar CBCT grubu için 74 ve 100 µm; molar 3B-L grubu için 47 ve 114 µm; molar CBCT grubu için 91 ve 162 µm olarak hesaplandı. DMA ortalamalarının CBCT grubunda, 3B-L grubuna göre anlamlı derecede daha yüksek olduğu görüldü (P<0.001). Sonuçlar Bu in-vitro çalışmanın sınırları dikkate alınarak; 3B laboratuvar tarayıcısı verileri kullanılarak CAD/CAM ile üretilen 3 üyeli zirkonyum altyapıların DMA değerleri, CBCT verileri kullanılarak üretilen aynı tasarımlı restorasyonlara kıyasla anlamlı derecede az bulunmuştur. CBCT ile üretim tekniği, klinik kabul edilebilirlik açısından, umut verici sonuçlar ortaya koymuştur.
  • Öğe
    Plateletten zengin fibrin (PRF) ve konsantre büyüme faktörlerinin (CGF) mandibula kırıklarının iyileşmesinde etkilerinin değerlendirilmesi ve karşılaştırılması
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2017) Kılıç, Soydan; Tatlı, Ufuk
    Giriş ve Amaç: Mandibula kırıklarının tedavisinde uzun yıllardır miniplak ile açık redüksiyon yöntemi uygulanmaktadır. Bu çalışmanın amacı ise plateletten zengin fibrin (PRF) ve Konsantre Büyüme Faktörleri (CGF) gibi otojen ürünlerin mandibula kırıklarının iyileşmesinde etkilerinin değerlendirilmesi ve karşılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 24 adet (ortalama 3 kg) iskeletsel gelişimini tamamlamış Yeni Zelanda tavşanı kullanılmıştır. Denekler sedasyon altındayken mandibula kemiklerine tek taraflı kemik kesisi yapıldı. Kemik segmentlerinin repozisyonunun sağlanmasından sonra 4 delikli miniplak ve 4'er adet mini vida ile fiksasyon sağlandı. Fraktüre uğramış segmentlerin fiksasyonu için toplamda 24 adet mini plak ve 96 adet mini plak vidası kullanıldı. Deney grubunda bulunan 8 tavşanın mandibulasında oluşturulan tek taraflı kırık hatlarına bir sefere mahsus olmak üzere PRF, diğer deney grubunda bulunan 8 tavşanın mandibulasında oluşturulan tek taraflı kırık hatlarına yine bir sefere mahsus olmak üzere CGF tatbik edildi. Kontrol grubunda bulunan tavşanların mandibulasında oluşturulan tek taraflı kırık hatlarının ise spontan iyileşmesi takip edildi. 15 günlük ve 30 günlük iyileşme periyotları sonrası sakrifiye edilen tavşanların opere edilen ve kırık hattını da içeren alan rezeke edildi. Akril bloklar içerisine gömülen örnekler önce testere ile daha sonra ise zımparalama işleminden geçirilerek mikroskopta incelemeye hazır hale getirildi. Fotoğrafları çekilen örneklerin histomorfometrik incelemeleri yapıldı. Bulgular: Histomorfometrik incelemelerde kemik yoğunluğu, trabeküler genişlik, trabeküler kalınlık, trabeküler ayrıklık ve node-terminus oranı parametreleri çalışıldı. Sonuç: Bu parametrelerin çalışılmasıyla elde edilen ortalama değerlerin karşılaştırılmasında hem 15 günlük hem de 30 günlük örneklerde deney gruplarının kontrol IX gruplarına, CGF grubunun ise kontrol grubuna üstünlüğü tespit edildi. Bu üstünlükler bazı parametrelerde istatistik olarak önemli, bazılarında ise önemsizdi.
  • Öğe
    Gow gates dental anestezi tekniği ile standart mandibular anestezi tekniğinin dental anksiyeteye etkileri açısından kıyaslanması
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2018) Turgay, Berk; Bülte, Mert
    Giriş ve Amaç: Bu çalışmada iki farklı lokal anestezi tekniğinin hastaların dental anksiyete seviyelerine etkileri bakımından kıyaslanması amaçlandı. Ayrıca hasta bilgilendirilmesinin görsel açıklamalarla yapılmasının anksiyeteyi azaltmada etkili olup olmadığı araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız, kliniğimize alt yirmi yaş dişlerinin çekimi için başvuran 202 hasta üzerinde, 230 çekim yapılarak gerçekleştirildi. Hastalara rastgele olarak standart inferior alveolar anestezi ya da Gow-Gates anestezi tekniği kullanıldı. Bütün hastalara işlemlerden önce DAS (Dental Anksiyete Skalası), APAIS (Amsterdam İşlem Öncesi Anksiyete ve Bilgi Skalası), STAI-S ve STAI-T (Durumluk-Sürekli Anksiyete Ölçekleri) doldurtuldu. Hastalara rastgele olarak yapılacak işleme ait bir animasyon izletildi. Anestezi öncesi, sonrası ve işlem sonrası vital bulguları kaydedildi. Çekimler tamamlandıktan sonraki mevcut kaygı durumlarının işlem öncesi ile kıyaslanması için STAI-S ve APAIS tekrar doldurtuldu. Post operatif komplikasyonların ve anestezi süresinin değerlendirilmesi için 7 günlük değerlendirme formu verildi. Bulgular: Çalışmada elde edilen veriler "IBM SPSS for Windows 24.0" istatistik programı aracılığıyla analiz edilmiştir. Verilere ilişkin normallik testleri yapıldıktan sonra gruplar arası parametrik veya non parametrik testlerden uygun olan tercih edilmiştir. Normal dağılıma sahip değişkenler için 2 bağımsız grup karşılaştırmasında Student t testi, 2 farklı zamanda elde edilen sayısal ölçümlerin değişimini test etmek için ise eşleştirilmiş t testi kullanılmıştır. Yapılan istatistiksel değerlendirmeler doğrultusunda Gow-Gates tekniğininin standart inferior alveolar sinir anestezisi ile anestezinin etkinlik süresi ve komplikasyon sıklığı bakımından benzerlik gösterdiği görülmüştür. Anestezi elde etmek için gerekli süre Inferior alveolar sinir anestesizinde daha kısa bulunmuş. Gerekli lokal anestezi miktarı bakımından Gow-Gates tekniği ile daha az miktarda anestezik solüsyon kullanıldığı görülmüştür. Dental Kaygının azaltılmasında animasyon ile bilgilendirmenin anestezi tekniğinden daha etkili olduğu görülmüştür. Kaygılı bireylerde beklenildiği üzere nabız, kalp atış hızı ve vücut sıcaklığında değişiklikler görülmektedir. Sonuçlar: Doğru uygulandığında Gow-Gates tekniği cerrahi işlemlerde uygulanabilecek bir anestezi tekniğidir. Standart tekniğe göre herhangi bir üstünlüğü bulunmadığı gibi kaygı azaltmaya yönelik kullanılamayacağı görülmüştür. Hasta bilgilendirmesinin etkin yapılması hastalarda kaygıyı daha fazla düşüren bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır.
  • Öğe
    Sınıf II maloklüzyon tedavisinde kullanılan carrıere motıon ve herbst apareylerinin 3 boyutlu sonlu elemanlar yöntemi (3 dımensıonal fınıte element method - 3D fem) ile karşılaştırılması
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2022) Eren, Orhun; Yılmaz, Hakkı
    Giriş ve Amaç: Sınıf II maloklüzyon tedavisinde kullanılan Carriere Motion ve Herbst apareylerinin oluşturduğu etkilerin 3 boyutlu sonlu elemanlar yöntemi (3D FEM) ile karşılaştırılması amaçlanmaktadır. Gereç ve Yöntem: Araştırmamızda bu iki aparey 3D FEM yöntemiyle incelenmiştir. Her bir aparey için ayrı modelleme ihtiyacı olduğundan 2 modelleme yapılmıştır. Birinci modelde döküm Herbst apareyin modellemesi yapılmıştır. Bilgisayar programında elde edilen modeller üstünde üst çene posterior dişleri ve alt çenede de kaninler ve tüm posterior dişleri kapsayacak krom kobalt döküm splintler dişler üzerine uygulanmıştır. Yapılan çalışmalarda mandibula önde konumlandığında temporal kasın posterior kısmının istirahat halinde 12 N kuvvet ortaya çıkardığı bulunmuş. Bizde bu çalışmalardan referans alarak Herbst apareyinin kuvvetini 12 N olarak uyguladık. İkinci modelde ise Carrier Motion apareyi kullanılmıştır. Paslanmaz çelikten yapılan bar şeklinde aparey üst kanin ve molar dişlere yapıştırılmıştır. Alt çenede ise 7 numaralı dişlere tüp yerleştirilmiş ve essix apareyi uygulanmıştır. Ağız içi üst kaninden alt molar dişe uygulanan lastikler ile kuvvet uygulanmıştır. Yapılan çalışmalarda Carriere Motion apareyi için tavsiye edilen intraoral elastik olan Henry Schein Orthodontics'in force 2 elastiğinin 540 gr kuvvet uyguladığı bulunmuştur. Biz de bu çalışmalardan referans alarak Carriere Motion simülasyonunda 540 gr kuvvet uyguladık. Bulgular: Analiz sonuçlarına göre dişlerde oluşan yer değiştirme miktarı Herbst simülasyonunda daha fazla bulunmuştur. Her iki apareyde de Maksilladaki dişlerde distalizasyon mandibuladaki dişlerde ise mezializasyon oluşmuştur. Herbst simülasyonunda kondil ve diskte oluşan stres miktarı Carriere Motion apareyine göre daha fazla bulunmuştur. Maksiller kemikte de oluşan stres noktaları Carriere Motion simülasyonunda daha çok dentoalveolar bölgedeyken Herbst simülasyonunda ise en yüksek stres noktası zigomatikomaksiller sütur bölgesinde oluşmuştur. Sonuç: Çalışmamızda elde edilen bulgulara göre Herbst apareyinin dental ve iskeletsel etkisi Carriere Motion apareyine göre daha fazla bulunmuştur.
  • Öğe
    Ortodontik şeffaf plak materyal ve kalınlık farklılıklarının ankraj ataşmanına uyumunun karşılaştırılması: Bir in vitro çalışma
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2023) Köse, İlter Burak; Küçük, Eyüp Burak
    Giriş ve Amaç: Bu çalışmanın amacı, farklı kalınlık ve materyalden üretilen ortodontik şeffaf plakların rektanguler ankraj ataşmanına uyumunun in vitro olarak karşılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada her bir grupta 10; toplam 40 adet CA Clear Aligner marka şeffaf plak materyali kullanılmıştır. Master model üzerinde birinci ve ikinci küçük azı dişlerine aynı formda iki adet vertikal rektanguler ataşman yerleştirilerek her bir grupta 10 plak üzerinde toplam 20 ataşmanın uyumu değerlendirilmiştir. Çalışmada; 0,5mm CA-Soft, 0,625 mm CA-Medium, 0,75 mm CA-Hard PET-G ve 0,75 mm CA PRO-Hard ABA Three Layer Material olmak üzere 4 farklı materyal ve kalınlıkta plak kullanılmıştır. Plaklar tek bir rezin modele basılmış; ölçümler için mikro bilgisayarlı tomografi yöntemi kullanılmıştır. Üç boyutlu (3B) analiz için ataşman ile plak arasındaki hava boşluğu hacmi; iki boyutlu (2B) analizler için de frontal, sagital ve transversal düzlemde ataşmanın başladığı, bittiği ve ortanca kesitte 8 noktada ataşman ile plak arasındaki mesafe ölçülmüştür. Sonrasında ölçülen 8 noktanın ortalaması alınarak o kesitin ortalama boşluk genişliği (OBG) hesaplanmış ve karşılaştırmalar yapılmıştır. Gruplar arası karşılaştırmalar tek yönlü varyans analizi (ANOVA) ve Tukey HSD çoklu karşılaştırma testleri ile yapılmıştır. Grup içinde tekrarlayan ölçümlerde karşılaştırmalar ANOVA ve LSD testi ile değerlendirilmiştir. Bulgular: 3B analiz sonuçlarına göre ataşman-şeffaf plak arasında kalan boşluk hacmi açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamaktadır. 2B analiz sonuçlarına göre frontal düzlemde; palatinal kesitte CA PRO-Hard grubunda OBG diğer gruplardan daha düşüktür. Grup içi kıyaslamalarda; tüm çalışma gruplarında bukkal kesitin OBG palatinal kesite göre daha düşük bulunmuştur. Sagital düzlemde; mezial kesitte gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamaktadır. Sagitomedian ve distal kesitte CA PRO-Hard grubunda OBG; diğer gruplardan daha düşük bulunmuştur. Grup içi kıyaslamalarda; CA PRO-Hard grubunda kesitler arasında OBG açısından fark gözlemlenmemiştir. Diğer gruplarda mezial ve distal kesit OBG; sagitomedian kesite göre daha düşük bulunmuştur. Transversal düzlemde; gingival ve transversomedian kesitte CA PRO-Hard grubunda OBG diğer çalışma gruplarına göre daha düşük bulunmuştur. Oklüzal kesitte gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamaktadır. Grup içi kıyaslamalarda; CA-Soft, CA-Medium ve CA-Hard grubunda oklüzal kesitten gingival kesite doğru daha büyük OBG gözlemlenmiştir. CA PRO-Hard grubunda OBG gingival kesit, oklüzal kesite göre daha düşük bulunmuştur. Düzlem ortalamalarında ise gruplar arasında, her üç düzlemde de CA PRO Hard grubu OBG diğer gruplara göre daha düşük bulunmuştur. Sonuç: 3B analiz sonuçlarına göre tüm gruplarda plak-ataşman uyumu birbirine benzer bulunmuştur. 2B analiz sonuçlarına göre genel olarak diş-ataşman birleşiminde ve gingival bölgede uyum kaybı gözlemlenmiştir. CA PRO-Hard tüm ataşman yüzeylerinde daha iyi uyum göstermiştir.
  • Öğe
    Kök kanallarında farklı irrigasyon solüsyonu kullanımının kalsiyum silikat içerikli materyallerin dentine bağlanma dayanımına etkisinin değerlendirilmesi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2023) Açıkgöz, Burak Osman; Tüfenkçi̇, Peli̇n
    Giriş ve Amaç: Kök kanal tedavisinde smear kaldırılması amacıyla kullanılmakta olan final irrigasyon solüsyonlarının (% 17 glikolik asit, %17 EDTA ve distile su) kalsiyum silikat esaslı (Cera Seal ve Mta Bio Seal) kanal dolgu patlarının bağlanma dayanımına etkisini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada 68 adet çürüksüz, rezorbsiyon ve malformasyon bulunmayaninsanalt premolar dişi kullanılmıştır. Numune olarak kullanılan dişlerin koronal kısımı çalışma uzunlukları 13 mm olacak şekilde uzaklaştırılmıştır. Kök kanal preparasyonuNIC Reciproc R40 (milestone education LLC livengten USA) eğesistemi ile yapıldı. Örnekler farklı final irrigasyon prosedürü ve kanal dolgu patı uygulanmak amacıyla rastgele4gruba dağıtılmıştır.Grup1 % 17 EDTA ile final irrigasyonu sonrası Itena mta bio seal kanal dolgu patı ile dolgu yapılan gruptur. Grup 2 %17 EDTA ile final irrigasyonu sonrasıCera Seal kanal dolgu patı yapılan gruptur. Grup 3 %17 glikolik asit ile final irrigasyonu sonrası Mta Bio Seal kanal dolgu patı yapılan gruptur. Grup 4 % 17 glikolik asit ile final irrigasyonu sonrası Cera Seal kanal dolgu patı ile dolgu yapılan gruptur. Örneklerden, apikal konstriksiyondan itibaren 4. ve 9. mm seviyesinden hassas kesitler alınmıştır. Push-out testi yapılarak, kesitlerdeki kök kanal dolgusunun bağlanma dayanımı değerleri hesaplanmıştır. Verilerin Normal dağılıma uygunluğu Shapiro Wilk testi ile incelendi. Değişkenlerin normal dağılım göstermediği belirlendiği için, tüm gruplardaki bağlanma dayanımı verileri Kruskal Wallis testi ile değerlendirildi. Aynı örnekten alınan iki kesit (4. mm ve 9. mm) arasındaki farkın belirlenmesinde ise Mann Whitney U testi kullanıldı. İstatistiksel olarak önem düzeyi (p<0,05) olarak alınmıştır. Bulgular: Gruplar arasında yapılan değerlendirmede 4. ve 9. mm'den alınan her iki kesitte de%17 glikolik asit kullanılan grup 3 ve grup 4 de bağlanma dayanımı EDTA kullanılan gruplardan istatistiksel olarak anlamlı fark oluşturacak şekilde yüksek bulunmuştur (p<0,05). Tüm gruplarda 9.mm'den alınan kesitlerdeki bağlanma dayanımı 4. mm den alınan kesitlerden istatistiksel olarak anlamlı fark oluşturacak şekilde yüksek bulundu (p<0, 05). Çalışmada kullanılan kalsiyum silikat esaslı kanal dolgu patlarının bağlanma dayanımı değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. Sonuç: Tüm gruplarda Cera Seal kanal dolgu patı ile Itena mta bio seal kanal dolgu patının bağlanma dayanımı değerleri karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmamıştır (p> 0, 05). Final irrigasyon solüsyonu olarak şelasyon ajanlarından %17'lik glikolik asit ve %17'lik EDTA kullandığımız çalışmamızda %17 glikolik asit kullanılan tüm gruplarda istatistiksel olarak anlamlı fark oluşturacak şekilde daha yüksek bağlanma dayanımı değeri gösterdi.
  • Öğe
    İmplant ölçü postlarının yaşlandırma sonrası deformasyonunun ölçü hassasiyeti üzerine etkisinin değerlendirilmesi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2023) Aktaş, Akin; Zortuk, Mustafa
    Amaç: Diş hekimliğinde sıklıkla tekrar kullanılan implant ölçü postlarının tekrar kullanımları sonucunda maruz kaldıkları deformasyonun etkileri ve implant ölçü postlarının kaçıncı kullanıma kadar kabul edilebilir seviyede ölçü transferine izin verdiği araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Konvansiyonel grubu için model çenelere yerleştirilen 3 farklı firmaya ait implantlardan, her firmaya ait 5'er adet indirekt ölçü postuyla tekrarlanan ölçüler alındı. Postlara her ölçü arasında 134 ˚C'de 10 dakika sterilizasyon işlemi uygulandı. Her posttan 10'ar model elde edilene kadar işlemler tekrarlandı. Alçı modellere dijital ölçü postu yerleştirilip bir ağız içi tarayıcı yardımıyla tarandı ve elde edilen modeller üzerinde 3B analiz yapıldı. Dijital grubu için referans modele dijital ölçü postları yerleştirilip tekrarlanan taramalar gerçekleştirildi. Her tarama arasında 134 ˚C'de 3 dakika sterilizasyon işlemi uygulandı. Dijital taramalar her firmaya ait 5'er dijital ölçü postundan 10'ar model elde edilene kadar devam etti. Elde edilen dijital modeller üzerinde 3B analiz yapıldı. Bulgular: İstatistiksel analiz sonucunda konvansiyonel straumann 1. ölçümdeki 0,0304 değerinin 10. ölçümde 0,0702'ye, konvansiyonel dio 1. ölçümdeki 0,0522 değerinin 10. ölçümde 0,1145'e, konvansiyonel mode 1. ölçümdeki 0,0609 değerinin 0,1047'ye yükseldiği görülmüştür. Ayrıca dijital straumann 1.ölçümdeki 0,0149 değerinin 10. ölçümde 0,0652'ye, dijital dio 1. ölçümdeki 0,0134 değerinin 10. ölçümde 0,0554'e, dijital mode 1. ölçümdeki 0,0203 değerinin 10. ölçümde 0,0810'a yükseldiği görülmüştür. Sonuçlar: Konvansiyonel ölçü için kullanılan indirekt ölçü postlarının ve dijital ölçü için kullanılan dijital ölçü postlarının tekrarlanan kullanımının ve sterilizasyon işlemine tabi tutulmasının tüm firmalar için artan sapmalara neden olduğu istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,001).
  • Öğe
    İmplant ölçü analoglarının çoklu kullanımının implant transferi doğruluğu üzerine etkisinin değerlendirilmesi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2023) Deni̇z, Sergen; Zortuk, Mustafa
    Günümüzde diş hekimliğinde yaygınlaşan implant üstü protezler hasta memnuniyetinde ciddi bir artışa sebep olmuştur. Bu protezlerin yaygınlaşmasıyla tedavi seçenekleri oldukça genişlemiş, hemen her durumda sabit implant destekli protezlerin yapılabilmesi sebebiyle hastalar hareketli protez kullanmak zorunda kalmamışlardır. Bu ise hastaların fonksiyon, estetik gibi taleplerinin daha iyi karşılanmasını sağlamıştır. İmplant üstü protezlerde en önemli konu, implantın konumunun doğru bir şekilde aktarılmasıdır. İmplantın ölçüsünün doğru alınması pasif uyum sağlanması açısından çok büyük bir öneme sahiptir. Sabit restorasyon dayanaklar üzerine oturduktan sonra; protetik sistemde ya da çevre kemik dokuda statik bir yük oluşturmuyorsa bu durum pasif uyum olarak adlandırılır. İmplant üstü protezlerde ölçü alınırken implant üzerine vidalanan ve kullanılan yönteme göre ölçüye aktarılma şekilleri değişiklik gösterebilen ölçü postları ve ölçü analogları kullanılır. Üretici firmalar, sağlıklı bir ölçü alımı için her parçanın bir defa kullanılmasını önermektedir; fakat diş hekimliği tedavileri pahalı tedaviler oldukları için ölçü alımındaki maliyetleri düşürmek amacıyla gerek ölçü postları gerekse de ölçü analogları ülkemizde ve dünyadaki birçok ülkede birden çok defa kullanılmaktadır. Bu gerçek göz önüne alınarak, bu ölçü parçalarının en fazla kaç kere kullanılabileceğini hekimin inisiyatifine bırakmaktansa, bunu bilimsel bir araştırmayla ortaya koymak bu çalışmanın amacıdır.
  • Öğe
    Kök kanal duvarlarından kök kanal dolgu materyallerinin uzaklaştırılması sırasında kullanılan farklı aktivasyon sistemlerinin etkinliklerinin karşılaştırılması
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2023) Güngördü, Zeynep Sena; Tüfenkçi̇, Peli̇n
    Giriş ve Amaç: Bu çalışma, oval şekilli kanallardan Bioserra biyoseramik patını; geleneksel iğne irrigasyonu (Gİİ) ile EDDY (ED), EndoActivator (EA), pasif ultrasonik irrigasyon (PUI) ve XP-Endo Finisher R (XP-FR) aktivasyon tekniklerinin uzaklaştırma etkinliklerini SEM ile karşılaştırmayı amaçlamaktadır. Gereç ve Yöntem: 60 adet insan mandibular premolar dişi kök boyu 14 ± 1 mm olacak şekilde dekorone edildikten sonra, kök kanalı R25 (25/.08) ile şekillendirilmiştir ve biyoseramik pat ve gutta-perka ile doldurulmuştur. 2 ay süre ile bekletilen numunelerde, PTUR D1 (30/.09) ve D2 (25/.08) ile kök kanalları boşaltıldıktan sonra R40 (40/.06) eğesi ile son şekilendirme yapılmıştır. Numuneler rastgele 5 gruba ayrılmıştır ve irrigasyon aktivasyon teknikleri uygulanmıştır. Hassas kesme cihazı ile longitudinal olarak ikiye ayrılan numunelerin bir yarısı seçilerek kökün apikal, orta ve koronal bölgeleri SEM altında incelenmiştir. İstatistiksel analizde, Shapiro-Wilks ve Kruskal Wallis testi kullanılmıştır. Bulgular: Koronal ve apikal bölgede kalıntı miktarı skoru Gİİ grubunda diğer 4 gruba göre istatistiksel olarak daha fazladır (p<0.05). Orta bölgede, Gİİ ve EA grubu diğer gruplara göre istatistiksel olarak daha fazla kalıntı bulundurmaktadır (p<0.05). Tüm gruplarda apikal kalıntı dolgu materyali miktarları koronal ve orta bölgelerdeki kalıntı miktarlarına göre daha yüksektir. Bu fark, ED ve XP-FR gruplarında istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0.05). Sonuç: Tüm aktivasyon teknikleri Gİİ grubuna göre daha iyi etkinlik göstermiştir. Retreatment uygulanan dişlerde irrigasyon aktivasyon sistemleri kalıntı dolgu miktarını azaltmıştır ve geleneksel iğne irrigasyonunun yetersiz kaldığı görülmüştür. ED, PUI ve XP-FR gruplarının kökün üç bölgesindeki kalıntı skorları daha düşük olmasına rağmen, EA grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı değildir.
  • Öğe
    İnferior alveolar sinirle ilişkili mandibulada gömülü 3.molar dişlerde koronektomi tedavisi sonrası post operatif ağrı, ödem ve endodontik lezyon açısından değerlendirilmesi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2023) Haskan, Ahmet Can; Sali̇mov, Fari̇z
    Giriş ve Amaç: Bu çalışmanın amacı koronektomi sonrası post operatif ağrı, ödem ve trismusu yaşlara göre değerlendirmektir. Aynı zamanda 6 aylık kontrollerinde endodontik lezyon ve kök migrasyonu açısından değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Herhangi bir sistemik rahatsızlığı veya sürekli ilaç kullanımı olmayan 18-55 yaş aralığındaki hastaların onamları alınarak çalışmaya dahil edildi. İnferior alveolar sinirle ilişkisi olan gömülü 20 yaş dişleri ve ileri yaşta çekim endikasyonu konulmuş fraktür riski olan gömülü 20 yaş dişlerine koronektomi uygulaması yapıldı. Hastalar yaş gruplarına göre 18-30 ve 30-55 yaş grubu olarak iki gruba ayrıldı. İnterinsizal mesafe, tragus-commissura, tragus-yumuşak doku pogonionu, gözün lateral kantusu-mandibula angulusu arası mesafeler ve VAS skorları preop, postop 3. ve 7. günlerde kaydedildi. Elde edilen bulgular istatistiksel olarak değerlendirildi. Koronektomi işlemi dişin mine-sement sınırında gerçekleştirildi, pulpaya herhangi bir endodontik işlem veya herhangi bir irritasyon yapılmadan cerrahi tamamlandı. Post operatif 6.ayda alınan radyografiler ile kök migrasyonu ve endodontik lezyon açısından değerlendirme yapıldı. Post operatif 7. günde süturlar alındı ve yara iyileşmesi sorunsuzdu. Koronektomi tedavisi 78 hastaya uygulandı ancak 5 hasta kontrollere gelmediği için bu çalışmaya 73 hasta dahil edildi. Bulgular: Koronektomi sonrası yaşa göre ayrılan gruplarda ödem, trismus ve ağrı oranının gençlerde daha fazla olduğu tespit edildi. Bunun sebebi gençlerdeki inflamatuar yanıtının daha fazla olması olarak öngörüldü. Koronektomi sonrası 6. ay takiplerinde hiçbir hastada endodontik lezyon gözlenmedi. Koronektomi yapılan 73 hastanın 72 tanesinde kök migrasyonu gözlendi. 1 hastada kök migrasyonu gözlenmeme sebebi koronektomi sonrası migrasyonu engelleyen sivri mine kenarının kalması ve yetersiz koronektomi olmasıydı. Sonuç: Sinirle ilişkili gömülü 20 yaş dişlerinde koronektomi en iyi alternatif olarak öngörülmüştür. Gençlerde yaşlılara göre daha fazla ödem tespit edilmiştir. Başarılı bir koronektomi sonrası 6 aylık takiplerde herhangi bir endodontik lezyon bulgusu gözlenmemiştir.
  • Öğe
    Farklı beyazlatma ajanlarının ve beyazlatma sonrası uygulanılan remineralize edici ajanın mine yüzeyine etkilerinin in vitro olarak incelenmesi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2021) Şahi̇n, Ci̇han; Şeker, Oya
    Giriş ve Amaç: Araştırmamızda kliniklerde ve ev beyazlatma tedavilerinde rutin olarak kullanılan faklı beyazlatma ajanları, eşdeğer etki gösterdikleri prosedürlerde uygulanarak diş yüzeyi üzerinde oluşturdukları fiziksel ve kimyasal etkiler incelendi. Beyazlatma tedavisi sonrası önerilen remineralize edici ajan uygulamanın etkinliği ve etkileri değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Çalışmada kullanmak amacıyla yeni çekilmiş gömülü yirmi yaş dişleri %0,2 timol solüsyonunda oda sıcaklığında biriktirildi. Dişler bukko-lingual yönde kesildi. Kesilen dişler her grupta 5 örnek olacak şekilde toplam 10 gruba ayrılıp, Nanoindenter ve Vita Easyshade cihazıyla yapılacak ölçümler için teflon halkalara yerleştirildi. Her beyazlatma ajanı için birer örnek EDS ve SEM değerlendirmesi amacıyla teflon halkaya yerleştirilmeden taban kısmı paralel olacak şekilde hazırlandı ve aynı prosedürler bu dişlere de uygulandı. Nanoindenter ölçümü için HYSITRON TI 950 TriboIndenter cihazı kullanıldı. Kimyasal içeriklerdeki değişiklikleri incelemek için UltraDry EDS Dedektör ve Quasor II EBSD ile donatılmış Thermo Fisher Scientific (FEI) Apreo S Taramalı Elektron mikroskobu kullanıldı. Teflon bloğa yerleştirilen dişlerin ilk ölçümleri yapıldıktan sonra Opalescence Boost %40 PF (Ultradent, South Jordan, UT, ABD), Philips Zoom DayWhite %9.5 (Discus, Dental, LLC, Ontario, CA, ABD), Whiteness Perfect %16 PF (FGM, Joinville, Brazilya), Opalescence PF %10 (Ultradent, South Jordan, UT, ABD) beyazlatma ajanları uygulandı ve ikinci ölçümler gerçekleştirildi. Remineralize edici ajan uygulanacak olan gruplara (Grup2, 4, 6, 8, 10), bir remineralize edici ajan olan Remin Pro uygulandıktan sonra tüm gruplar bir hafta yapay tükürükte bekletildi, sonrasında Nanoindenter ve SEM/EDS ölçümleri tekrarlandı. Ölçümlerde diş yüzeyinin renk, elastik modül, sertlik, pürüzlülük ve kimyasal içeriğine bakıldı. Beyazlatma öncesi ve sonrası diş renkleri Vıta Easyshade Compact (Vita Zahnfabrik, BadSäckingen, Almanya) spektrofotometre cihazıyla tespit edildi ve renk ölçümleri için CIE L*a*b* renk sisteminden faydalanıldı. Veriler IBM SPSS V23 ile analiz edildi. Normal dağılıma uygunluk Shapiro-Wilk testi ile incelendi. Beyazlatma ajanları ve remineralize edici ajanın esneklik, sertlik ve pürüzlülük değerleri üzerine etkilerini incelemek için Genelleştirilmiş Lineer Modeller yöntemi kullanıldı ve çoklu karşılaştırmalar Bonferroni testi ile gerçekleştirildi. Gruplara göre normal dağılan ΔE değerlerinin karşılaştırılmasında Tek yönlü varyans analizi kullanıldı ve çoklu karşılaştırmalar Tamhane's T2 testiyle gerçekleştirildi. Analiz sonuçları ortalama ± standart sapma olarak hesaplandı. Önem düzeyi p<0,050 olarak alındı. Bulgular: Uygulanan dört farklı beyazlatma ajanı da kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde diş beyazlatması sağlamıştır (p<0,001). En fazla renk değişimi Opalescence PF %10 beyazlatma ajanını uyguladığımız grupta görülürken en az renk değişikliği Opalescence Boost %40 PF beyazlatma ajanı uygulanan grupta görüldü. Beyazlatma ajanları, diş minesinin nanosertlik ve elastik modül değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı şekilde azalma meydana getirirken; yüzey pürüzlülüğünde istatistiksel olarak anlamlı bir artış gözlemlenmiştir (p<0,001). Remin Pro uygulanan grupların nanosertliğinde ve elastik modülünde bir miktar artma tespit edildi. Beyazlatma ajanı uygulanan örneklerin SEM incelemelerinde mine yüzey morfolojisinin bozulduğu izlendi. EDS elementel analiz bulgularında Ca, C ve Na elementlerinin molekül ağırlık yüzdelerinin azaldığı, Remin Pro uygulaması sonrası ise bu elementlerin molekül ağırlık yüzdelerinin arttığı gözlendi. Sonuç: Uygulanan dört farklı beyazlatma ajanı da etkili bir beyazlatma sağlamıştır. Beyazlatma ajanları, diş minelerinin nanosertlik ve elastik modüllerinde azalma meydana getirirken, yüzey pürüzlülüğünde artışa neden olmuştur. SEM görüntüleri incelendiğinde, beyazlatma ajanlarının diş minesi morfolojisinde bozulmaya neden olduğu, EDS analiz sonuçlarında ise elementel değişikliklere yol açtığı tespit edildi. Beyazlatma sonrası kullanılan remineralize edici ajanın diş minesi yüzeyinde meydana gelen bu morfolojik bozulma ve elementel değişiklikleri bir miktar düzelttiği gözlenmiştir.
  • Öğe
    Hex ve non-hex vidalı dayanaklarla hazırlanan implant üstü restorasyonların sonlu elemanlar analiz yöntemi ile karşılaştırılması
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2021) Çeli̇k, Hasan Alpay; Zortuk, Mustafa
    Giriş ve Amaç: Gelişmekte olan diş hekimliği pratiğinde diş eksikliklerinin tedavisinde implant uygulamaları çok önemli yer tutmaktadır. Protetik diş tedavisi uygulamalarında geleneksel olarak diş eksikliği durumlarında kron köprü protezleri veya hareketli bölümlü protezler uygulanmaktadır. Ancak gelişen implant tedavileri sayesinde bu gibi uygulamaların yerine implant tedavisiyle hastanın kaybedilen dişinin yerine implant üzeri restorasyon yapılarak fonksiyonun iadesi sağlanmış olur. İmplant üstü protezler simante veya vidalı olarak iki çeşit uygulanabilir. Bu çalışmada incelediğimiz tip protezler vidalı dayanaklar kullanarak hazırlanan protezlerdir. Bu çalışmanın amacı, rutin implant üstü köprü restorasyonların tedavilerinde kullanılan non-hex yapıya sahip vidalı dayanakların yerine hex yapıya sahip vidalı dayanak kullanıldığında okluzal kuvvetlere karşı herhangi bir biyomekanik avantajın olup olmadığının stres analiz yöntemiyle incelenmesi ve her iki sisteminde kendi içinde dayanıklılıklarının ölçülmesidir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada; aynı çap ve boya sahip (4.1mm-10 mm) 2 adet implant alt çene arka bölgede ikinci premolar ve ikinci molar bölgeye tamamen paralel biçimde yerleştirilmek üzere seçilmiştir. Toplam iki adet model oluşturulmuş ve modellerden biri için hekzagonal yapıda implant dayanak bağlantı tasarımına sahip dayanaklar seçilirken diğeri içinse klinik pratikte implant üzeri köprü restorasyonlarında sıklıkla kullanılan non-hekzagonal bağlantı tasarımlı dayanaklar sanal ortamda yerleştirilmek üzere seçilmiştir. Bu seçilen dayanaklar üzerine üç üyeli vida destekli bir metal destekli seramik köprü restorasyon sanal ortamda yerleştirilmiş ve kronların belirli noktalarından dik ve oblik yönde kuvvet ayrı ayrı uygulanarak, toplam 4 adet çalışma grubu elde edilmiştir. Uygulanan kuvvetler sonucunda implant boyun bölgesinde, vidada ve dayanakta meydana gelen Von Mises gerilme değerleri ayrıca kortikal ve spongioz kemikte oluşan maksimum ve minimum principal stres değerleri sonlu elemanlar stres analiz yöntemi yardımıyla incelenmiştir. Bulgular: Hex ve non-hex bağlantı tasarımı olan modeller arasında implant bileşenleri üzerinde farklı stres değerleri gözlenirken kemik üzerinde benzer değerler elde edilmiştir. Bağlantıdaki altıgen tasarımın antirotasyonel etkisi bu stres değerlerinin farklı olmasını etkilemiştir. Ayrıca implant üzerine gelen kuvvetlerden oblik kuvvetler dikey kuvvetlere göre stresi daha fazla arttırıcı yönde etki göstermiştir. Sonuç: Her iki sistemde sınır değerler aşılmadığından kullanılabilir sistemlerdir. Ancak oluşan stres değerlerine bakıldığında hex sistemlerde implant ve iç vidaya gelen stres değerleri non-hex sistemlere göre daha düşüktür. Bu sebeple iki implant arası açı 30 derece aşılmadığı durumlarda hex sistemlerin kullanımının uygun olduğu düşünülmektedir. Anahtar Kelimler: İmplant, dayanak, hekzagonal bağlantı, sonlu elemanlar analizi.
  • Öğe
    Farklı ışık kaynakları ile polimerize edilen farklı kompozitlerin dönüşüm oranına ve materyalin rengine olan etkisinin araştırılması
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2021) Gözüyeşi̇l Aslan, Başak; Yıldırım Bi̇lmez, Zuhal
    Giriş ve Amaç: Restoratif diş hekimliğinin amacı çürük veya travma gibi nedenler ile dişlerde meydana gelen doku kayıplarında, kalan dokuları koruyarak dişin anatomik formunu, fonksiyonunu, estetiğini ve fonasyonu yeniden kazandırmaktır. Günümüzde restoratif diş tedavisinde direkt kompozit restorasyonlar sıklıkla kullanılmaktadır. Bu materyallerin klinik ömürleri mekanik, fiziksel ve estetik özelliklerine bağlıdır. Bu özellikler kompozitlerin farklı polimerizasyon koşullarından, polimerizasyon miktarı ve derinliğinden etkilenmektedir. Bu çalışmanın amacı farklı ışık kaynakları ile polimerize edilen üç farklı kompozit rezinin polimerizasyon dönüşüm derecelerini değerlendirmek ve bu materyallerin farklı sıvılardaki renk değişimlerini gözlemlemektir. Bununla birlikte kompozitlerin dönüşüm derecelerinin renk değişimi üzerine etkisini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Omnichroma, Enamel Plus Hri ve G-aenial kompozitleri Valo LED (3. Nesil), Woodpecker LED (2. Nesil) ve halojen (Monitex Blue Luxcer) ışık kaynakları ile polimerize edilmiştir (n=5). Fourier dönüşümlü kızılötesi spektroskopi (FTIR) ile polimerizasyon dönüşüm derecesi kaydedilmiştir. Çay, kahve ve yapay tükürükte bekletilen kompozitlerin başlangıç ve 7. gün ΔE değerleri kaydedilmiştir. İstatistiksel analiz IBM SPSS Statistics 22 ile tamamlanmıştır. Dönüşüm derecesi değerlendirmesinde Two-way ANOVA, ΔE değerlendirmesinde Three-way ANOVA, ΔE ve FTIR arasındaki ilişkilerin incelenmesinde Pearson korelasyon analizi uygulanmıştır. Anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir. Bulgular: Kompozitler %23-93 aralığında dönüşüm derecesi göstermiştir. En yüksek dönüşüm derecesi Omnichroma grubunda tespit edilmiştir. Dönüşüm derecesi ışık kaynağının farklılığından etkilenmemiştir. En yüksek ΔE değeri kahve solüsyonunda en düşük ΔE değeri yapay tükürükte bulunmuştur. Enamel Plus Hri kompoziti ile Valo ışık cihazı kullanıldığında kahve solüsyonunda dönüşüm derecesi ile ΔE arasında negatif yönlü korelasyon, G-aenial kompoziti ile Valo ışık cihazı kullanıldığında; çay solüsyonunda ΔE ile dönüşüm derecesi arasında negatif yönlü korelasyon görülmektedir. Sonuç: İyi bir klinik performans, optimal mekanik ve fiziksel özellikler için dental kompozitlerin polimerizasyon dönüşüm derecesi yüksek olmalıdır. Farklı ışık kaynakları kullanılması dental kompozitlerin dönüşüm derecesinde değişikliğe neden olabilir, bu durum renk değişimini etkileyebilir. Ancak farklı ışık kaynaklarının, farklı özellikteki kompozitlerde, polimerizasyon dönüşüm derecesine etkisi başka çalışmalarla desteklenmelidir. Ayrıca kompozitlerin renk değişimi de farklı koşullar altında araştırılmalıdır.
  • Öğe
    Mandibular ilerletmede kullanılan farklı sabit fonksiyonel apareylerin dentoalvelolar yapılar üzerindeki etkilerinin sonlu elemanlar analiz yöntemi ile değerlendirilmesi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2020) Şengezer, Mustafa Onur; Küçük, Eyüp Burak
    Giriş ve Amaç: Bu çalışmanın amacı, yakın dönemde üretilmiş olan ve klinik uygulaması kolay olan PowerScopeR2 (2014 American Orthodontics Corporation, Sheboygan, Wisconsin) apareyinin mandibula, maksilla ve dentoalveolar yapılar üzerindeki etkilerinin in vitro olarak sonlu elemanlar analizi ile değerlendirilmesi ve klinik rutininde çok kullanılan ForsusTM Fatigue Resistant Device EZ2 (FRD; 3M Unitek, Monrovia, California) ve Herbst (Dentaurum Inc., Newtown) apareyleri ile etkileri arasındaki farkların incelenmesi ve karşılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Çene kemiklerininin üç boyutlu sonlu elemanlar modeli, büyüme gelişimi tamamlanmış bir bireyden konik ışınlı tomografi ile elde edilmiş ve çalışmanın yapıldığı firmadan temin edilmiştir (Ay tasarım, Ankara). Forsus, PowerScope2 ve Herbst apareyleri, üç ayrı sonlu elemanlar modelinde uygulanıp dişler, dentoalveolar yapılar ve çene kemikleri üzerindeki von Mises gerilme, minimum-maksimum asal gerilme ve yer değiştirme değerleri sonlu elemanlar analiz yöntemi ile değerlendirilmiştir. Bulgular: PowerScope2 apareyi uygulanan modelde alt kesici dişlerde, Forsus ve Herbst apareyi uygulanan modellerden daha fazla protrüzyon gözlenmiştir. Herbst apareyinin uygulandığı modellerde dişlerde von Mises gerilme değerleri diğer iki apareye göre oldukça yüksek gözlenmiştir. Sabit fonksiyonel apareylerin üst çene molar dişlerinde meydana getirdiği distalizasyon miktarı en fazla Herbst apareyinin uygulandığı modelde gözlenmiştir. Sonuç: Çalışmamızda yüksek von Mises gerilimleri tüm simülasyonlarda kuvvetin iletildiği dişlerde görülmüştür. Yakın dönemde üretilmiş olan ve uygulama açısından diğer iki apareye göre daha kolay olan PowerScope2 apareyinin de diğer iki apareyle benzer etkiler oluşturduğu üst çenede istenmeyen molar dişte bukkal tiping gibi etkilerin ve mandibular retrognatili hastalarda istenmeyen üst çene molar distalizasyonun önlenmesi amacıyla ek önlemler alınması gerektiği tespit edilmiştir.