Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 323
  • Öğe
    Farklı büyüklükteki süt sığırı işletmelerinde döl verimi parametrelerinin belirlenmesi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2018) Gül, Bülent; Karaca, Fikret
    Çalışma, farklı büyüklükteki süt sığırı işletmelerindeki hayvanların döl verimi parametrelerini belirleyerek, işletmelerindeki döl verimi göstergelerini ortaya koymak amacıyla yapıldı. Araştırma, Osmaniye İli Damızlık Sığır Yetiştiriciler Birliğine üye 5 süt sığırı işletmesinde, yaşları 12 ay ile 10 yaş arasında değişen 183 baş düve ve ineğin döl verimi kayıtları takip edilerek gerçekleştirildi. İşletmelerindeki hayvanların sayıları 14 (A), 30 (B), 38 (C), 45 (D) ve 56 (E) düve ve inekten oluşmaktaydı. Döl verim özellikleri olarak; ilk kızgınlık gösterme yaşı (İKGY), damızlıkta ilk kullanma yaşı (DİKY), ilk buzağılama yaşı (İBY), servis periyodu (SP), buzağılama aralığı (BA), gebelik süresi (GS), gebelik başına tohumlama sayısı (GBTS), ilk tohumlamada gebelik oranı (İTGO), buzağılama sonrası ilk kızgınlık (BSİK), buzağılama sonrası ilk tohumlama (BSİT) ve gebe kalma oranları (GKO) değerlendirildi. A, B, C, D ve E Çiftliklerdeki gebe düvelerin DİKY, İBY ve GS değerleri sırasıyla 505.4, 782.8 ve 277.2, 550.5, 837.0 ve 277.7, 525.2, 806.9 ve 277.0, 587.7, 870.6 ve 275.6, 615.3, 906.6 ve 276.5gün olarak kaydedildi. Çiftliklerdeki gebe olmayan düvelerde DİKY (gün) ve İKGY (ay) değerleri sırasıyla 541.8 ve 10.2 (B), 512.7 ve 10.2 (C), 562.5 ve 10.9 (D); 568.5 ve 12.2 (E) olarak tespit edildi. A, B, C, D ve E Çiftliklerdeki gebe ineklerde GS, BSİK ve BSİT değerleri sırasıyla 274.3, 59.9 ve 82.6, 278.8, 45.4 ve 60.3, 275.5, 26.1 ve 94.3, 278.8, 47.5 ve 88.3, 276.7,64.8 ve 86.0 gün olarak belirlendi. GS, BSİK ve BSİT değerleri bakımından işletmeler arasındaki farklılıklar önemli bulundu. B, C, D ve E işletmelerde gebe olamayan ineklerde BSİK ve BSİT değerleri sırasıyla 40.00 ve 62.8, 33.3 ve 85.6, 52.0 ve 84.2, 68.2 ve 91.1 gündü. BSİK ve BSİT değerleri bakımından işletmeler arasında farklılık gözlenmedi. Gebelik başına tohumlama sayısı en yüksek E işletmesinde (1.8), en düşük ise D işletmesinde (1.2) saptandı. Çiftliklerdeki inek ve düvelerde ilk tohumlamada ortalama gebelik oranı 44.6, toplam gebelik oranı ise 74.5 olarak kaydedildi. Sonuç olarak, çalışmanın yürütüldüğü işletmelerde genel olarak döl verimi ölçütlerinde önemli sapmaların olmadığı, Osmaniye bölgesinde incelenen Çiftliklerdeki döl verimi parametrelerinin bölge ve ülkemiz şartlarında kabul edilebilir nitelikte olduğu düşünülmektedir.
  • Öğe
    Akciğer epitel hücreleri oksidatif hasarı üzerine kafeik asit fenetil ester (CAPE) etkinliğinin biyokimyasal ve moleküler biyoloji teknikleri ile araştırılması
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2010) Küçükgül, Altuğ; Erdoğan, Suat
    Stres faktörleri organizmada yol açtığı oksidatif ve yangısal hasarlar ile canlılarda yaşlanmadan kansere kadar çeşitli bozukluklara yol açar. Kafeik asit fenetil ester (CAPE), propolisin bileşiminde yer alan antioksidan, anti-inflamatuar ve immünstimulan etkilere sahip fenolik bir bileşiktir. Bu araştırmada hidrojen peroksit (H2O2)'in insan akciğer epitel hücrelerinde (A549) neden olduğu hasara karşı CAPE'in muhtemel antioksidan ve anti-inflamatuar etkileri in vitro hücre kültürü ortamında çeşitli spektrofotometrik ve gerçek zamanlı ters transkripsiyon polimeraz zincir (RT-PCR) yöntemleri ile araştırıldı. Yirmi dört saat süresince hidrojen peroksit (100 µM) ile inkübasyonu hücre viyabilitesinde % 41 azalmaya neden olurken, CAPE (5 µM) uygulaması bu kaybı %37 oranında azaltarak koruyucu etki gösterdiği saptandı (p<0.001). Hidrojen peroksidin hücrelere yapmış olduğu hasarda nitrik oksit sentaz (iNOS) tarafından üretilen nitrik oksitin (p<0.001) ve total oksidan kapasite (p<0.001) artışının varlığı saptandı. CAPE uygulaması bu artışları anlamlı derecede azalttığı saptandı (p<0.001). Hidrojen peroksit tarafından düşürülen (p<0.001) antioksidan glutatyon seviyesinin CAPE tedavisi ile anlamlı derecede iyileştirildiği tespit edildi (p<0.001). Total antioksidan kapasite, H2O2'e maruz bırakılan hücrelerde değişmezken (p>0.5), CAPE tarafından güçlendirildiği saptandı (p<0.001). H2O2'in inhibe ettiği antioksidan katalaz aktivitesinin (p<0.05) CAPE tarafından önemli düzeyde geri kazandırıldığı tespit edildi (p<0.001). Yangının başlaması ve devamından sorumlu sitokinlerden tümör nekroz faktör alfa, interlökin-18, IL-12 ve interferon gama genleri mRNA transkripsiyonlarında, H2O2'e maruz bırakılan hücrelerde sırasıyla yaklaşık 65, 4, 8 ve 127 katı artışlar gözlenirken, CAPE uygulamalarının bu artışları önemli düzeylerde giderildiği tespit edildi. Bu araştırmadan elde edilen verilere göre CAPE'in oksidatif strese maruz bırakılan akciğer epitel hücrelerinde oksidatif stres ve yangıya bağlı gelişen hasarları etkin bir şekilde önleyebildiği kanısına varıldı.
  • Öğe
    Sigaranın akciğer epitel hücrelerinde neden olduğu oksidatif ve yangısal hasar üzerine likopen tedavisinin etkileri
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2012) Küçük, Ayşe; Erdoğan, Suat
    Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) insanlarda dünya genelinde ölümlerin başlıca yaygın nedenleri arasında beşinci sırada yer alır. Hastalığın başlıca nedenleri arasında sigara kullanımı ve mesleki zararlı gazlar olup hastalık kronik, ilerleyici ve geri dönüşümsüzdür. Bu araştırmada sigara dumanına maruz bırakılan akciğer epitel hücrelerinde (A549) gelişen hücre kayıpları, oksidatif stres ve yangı üzerine likopen kullanımının etkinliği araştırıldı. Sigara dumanı ile doyurulan sıvı besi yeri ile 3 saat inkübasyona maruz bırakılan hücrelerin % 46'sının canlılığını kaybettiği tespit edildi. Ancak medyuma 100 ng/ml düzeyinde likopen ilavesi sigaranın neden olduğu hücre ölümlerini yaklaşık % 30'unu engelledi (p<0,005). Sigara duman içeriği hücrelerde nitrik oksit üretimini iNOS ekspresyonu üzerinden arttırdı, likopen uygulaması ise bu üretimi belirgin düzeyde azalttı (p?0,001). Sigara lipidlerde peroksidasyonu arttırarak MDA düzeyini arttırırken (p<0,001), likopen peroksidasyonu önemli düzeyde düşürdü (p<0,001). Sigara, hücre içi antioksidan moleküllerden glutatyon konsantrasyonu (p<0,005), katalaz (p<0,001) ve total antioksidan kapasiteyi baskılarken, likopen bu parametrelerde koruyucu etki gösterdi. Diğer taraftan sigara total oksidan kapasiteyi yükseltirken, likopen bunun üzerine olumlu etki gösterdi. Kronik inflamasyon (yangı) dokularda çeşitli derecelerde hasarlara yol açabilir. Hücrelerin sigara duman içeriğine maruz bırakılması, yangısal prostaglandin sentezleyen siklooksijenaz-2 enzim ekspresyonu ile interferon gama, tümör nekroz faktör-alfa ve interlökin-1 beta transkripsiyon düzeylerini sırasıyla 12, 4, 6 ve 7 misli arttırarak yangıya neden olduğu saptandı. Bununla birlikte, likopen tedavisi bu artışları büyük oranlarda baskılayarak anti-enflamatuar etkili olduğunu ortaya koydu. Bu çalışmadan elde edilen sonuçlara göre, likopenin akciğer epitel hücrelerinde sigaranın neden olduğu oksidatif stres, yangı ve toksik etkileri önemli düzeylerdegeriletebildiği ortaya çıkarıldı. In vitro çalışmanın in vivo araştırmalar ile desteklenmesi ve tedavi edici etki mekanizmalarının ileri teknikler ile analiz edilmesi faydalı olacaktır.
  • Öğe
    Yüksek enerjili rasyonla beslenen ratlarda lipogenez yolağındaki bazı genlerin ekspresyon seviyeleri
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2018) Özkan, Hüseyin; Yakan, Akın
    Yüksek Enerjili Rasyonla Beslenen Ratlarda Lipogenez Yolağındaki Bazı Genlerin Ekspresyon Seviyeleri Bu araştırma yağ, sükroz ve fruktoz kaynaklı yüksek enerjili rasyonların lipogenez yolağında görevli PPARα, LXRα, ChREBP ve SREBP-1c isimli transkripsiyon faktörleriyle AQP9 membran proteininin karaciğer ve kas dokularındaki aktivitelerinin gen ekspresyonu düzeyinde tespiti amacıyla yapılmıştır. Araştırma 2017 yılında Mustafa Kemal Üniversitesi Deneysel Araştırmalar Uygulama ve Araştırma Merkezinde yapılmıştır. Araştırmanın hayvan materyalini yaklaşık 3 aylık yaştaki Wistar Albino ratlar oluşturmuştur. Kontrol grubu (K), Yağ grubu (Y), Sükroz grubu (S) ve Fruktoz grubu (F) olmak üzere 4 grup rat (Her grup için n=8) 3 ay süreyle farklı rasyonlarla beslenmiştir. K grubu temel rasyonla (2600 kcal/kg), Y grubu yağlı rasyonla (3600 kcal/kg), S ve F grupları temel rasyona ilaveten 1 kcal/ml ME'li sükrozlu ve fruktozlu çözeltilerle ad libitum beslenmiştir. Gruplarda araştırmanın başlangıcında canlı ağırlık bakımından farklılıklar önemsizken, araştırma sonunda K, Y, S ve F gruplarında canlı ağırlık ortalamaları sırasıyla 356,56±12,01 g; 360,40±7,59 g; 356,28±9,57 g ve 423,15±26,13 g olarak tespit edilmiş olup gruplar arası fark önemli olmuştur (P<0,05). Deneme gruplarında ilgili genlerin ekspresyon miktarları K grubu ile kıyaslanarak kat değişimi olarak verilmiştir. Karaciğerde LXRα, S ve F gruplarında K grubuna göre 1,87±0,30 (P<0,05) ve 2,01±0,29 (P<0,01) iken, SREBP-1c Y, S ve F gruplarında sırasıyla 4,52±1,25 (P<0,05); 4,05±1,11 (P<0,05) ve 3,85±1,04 (P<0,05) olarak belirlenmiştir. AQP9, S ve F gruplarında 1,75±0,18 (P<0,01) ve 1,80±0,20 (P<0,01) olarak tespit edilmiştir. Kas dokuda ise F grubunda LXRα gen ekspresyonu 1,77±0,30 (P<0,05) iken SREBP-1c 2,71±0,56 (P<0,05) olmuştur. İlgili genlerden kodlanan protein miktarları ELISA yöntemiyle ölçülmüştür. F grubunda karaciğerde ortalama ChREBP (33,92±8,84 ng/mg protein (P<0,05)) ve SREBP-1c (135,16±15,57 ng/mg protein (P<0,001)) miktarlarının diğer gruplardan önemli düzeyde fazla olduğu tespit edilmiştir. Kas dokuda LXRα 6,67±0,60 ng/mg protein (P<0,05), ChREBP 7,11±1,29 ng/mg protein (P<0,01) ve SREBP-1c 43,17±6,37 ng/mg protein (P<0,05) olmuştur. Gen ekspresyonu ve protein miktarları arasındaki farklılığın miRNA'lar gibi faktörlere bağlı şekillenmiş olabileceği düşünülmektedir.
  • Öğe
    Erişkin tip 2 diabetes mellitus'lu hastalarda tetanoza karşı immün durumun belirlenmesi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2015) Akküçük, Şerife; İnci, Melek
    Tetanoz mortalitesi yüksek olan fakat etkin aşılama ile önlenebilen bir hastalıktır. Her yaş grubunda görülebilmekle birlikte özellikle yenidoğan ve yaşlılar hastalık için daha riskli grubu oluştururlar. Diabetes mellitus(DM) gibi immün sistemi baskılayan hastalıklar enfeksiyon gelişimi ve enfeksiyona bağlı komplikasyonların görülmesi açısından önem arz ederler. Bu çalışmada tip 2 DM'li hastalarda tetanoz antikor seviyelerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya Mustafa Kemal Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi Endokrinoloji Kliniği'ne 2014 yılı Nisan ve Haziran ayları arasında başvuran 240 tip 2 DM'li hasta ve 118 sağlıklı birey dâhil edildi. Her iki grubun antikor düzeyleri mikroELISA yöntemi kullanılarak belirlendi. Hastaların antikor düzeyleri ile yaş, cinsiyet, eğitim durumu, gelir düzeyi, hastalık süresi ve aldıkları tedavi tipi arasındaki ilişki araştırıldı. Antikor düzeyi <0.1 IU/ml olarak bulunanlar koruyucu antikor yok, 0.1-1.0 IU/ml olarak saptananlar etkin koruma var, >1.0 IU/ml bulunanlar ise uzun süreli koruma var olarak kabul edildi. Antikor düzeyleri koruyuculuk düzeylerine göre sınıflandırılarak hasta ve kontrol grubu arasındaki farklar incelendi. Diyabetli grupta tetanoz antikor düzeyleri ortalaması 0.48±0.93 IU/ml, kontrol grubunda 1.06±2.12 IU/ml olarak tespit edildi ve her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark mevcuttu. Diyabetli hastaların 111'inde (% 46.3) tetanoz antikor seviyeleri koruyucu düzeyde değilken, 97'sinde (%40.4) etkin koruma, 32'sinde ise (%13.3) uzun süreli koruma saptandı. Kontrol grubunda ise tetanoza karşı 36 kişide (%30.5) koruyuculuk yokken, 50 kişide (%42.4) etkin koruma, 32 kişide ise (%27.1) uzun süreli koruma mevcuttu. Kontrol grubu ile hasta grubu arasında koruyuculuk düzeyleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark mevcuttu. Diyabetik hastalarda yaş ilerledikçe, hastalık süresi uzadıkça, eğitim ve gelir düzeyi düştükçe ve insülin kullanan grupta tetanoz antikor düzeyleri anlamlı olarak düşük bulundu. Diyabet hastalarının sağlıklı bireylerle kıyaslandığında tetanoza karşı bağışıklığının daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Bu yüzden diyabetik hastaların takipleri sırasında tetanoz aşıları hatırda tutularak ve tetanoz hastalığı ile ilgili gerekli eğitimler planlanarak hastalarda daha efektif korunma sağlanabilir.
  • Öğe
    Siklosporin A'nın rat testis dokusunda oksidatif-antioksidatif duruma etkisi ve erdostein'in koruyucu rolü
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2013) Sak, Zafer; Öztürk, Oktay Hasan
    Bu çalışmada, Siklosporin A (CsA)'nın rat testis dokusunda oksidatif-antioksidatif duruma etkisi ve erdosteinin muhtemel koruyucu etkisi biyokimyasal ve histolojik yöntemlerle incelenmiştir. Deneyde 32 adet Wistar albino erişkin erkek sıçan kullanılmıştır. Ratlar rastgele 4 gruba ayrıldı; Kontrol grubu (n=8), Siklosporin gurubu (n=8, 20 mg/kg/gün i.p.), Siklosporin + Erdostein (n=8, Erdostein 12 mg/kg/gün oral), ve sadece Erdostein (n=8). 10. günün sonunda hayvanlar ketamin/ksilazin anestezisi (60/5 mg her 1 kg için) ile uyutuldu. Kanatma yöntemi ile öldürülen hayvanların testisleri çıkarıldı ve ikiye bölünerek bir parçası biyokimyasal incelemeler için -80 santigrat derecede saklandı, diğer parçası ise histopatolojik incelemeler için formaldehit solüsyonunda muhafaza edildi. Testis dokusunda biyokimyasal incelemelerde; malonildialdehit (MDA) ve nitrik oksit (NO) doku homojenatından; antioksidan enzimler olan katalaz (CAT) ve glutatyon peroksidaza (GSH-Px) homojenat süpernatandan; total superoksit dismutaza (SOD) etanol/kloroform ekstraktından manuel spektrofotometrik olarak çalışıldı. Histolojik incelemeler Hematoksilen-Eosin H-E boyama ile yapıldı ve ışık mikroskobu kullanıldı. Biyokimyasal sonuçlarımıza göre lipid hasarı göstergesi olan MDA, Siklo grubunda kontrol ve Erdo gruplarına kıyasla anlamlı bir şekilde artış gösterdi. Bununla beraber Erdo ve Siklo+erdo gruplarındaki MDA düzeyleri, Siklo grubuna göre anlamlı olarak düşük tespit edildi (p<0,05). Diğer bir oksidatif stres parametresi olan NO (nitrit/nitrat) düzeylerinde ise Siklo ve Siklo+erdo grublarında, kontrol ve Erdo grublarına göre anlamlı bir artış gözlendi. Ayrıca Siklo+erdo NO düzeyleri, Siklo verilen gruba göre anlamlı olarak düşük tespit edildi (p<0,05). Antioksidan bir enzim olan CAT, Siklo grubunda Erdo ve Siklo+Erdo grubuna göre anlamlı olarak düşük aktivite gösterirken, Erdo grubunda Siklo ve Siklo+Erdo gruplarına göre anlamlı olarak yüksek bir aktivite tespit edildi (p<0,05). Diğer antiokidan enzimler olan SOD, GSH-Px aktivitelerinde ise tüm gruplar arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmedi. Histopatolojik sonuçlarımıza göre Siklosporin A'nın testis dokusunda; tübüler büzülme, hemoraji, dejenerasyon, tübüler epitelyumda; dökülme, ağır hücresel dejenerasyon ve hücre kaybı gibi histopatolojik değişikliklere neden olduğu, Erdostein uygulanması ile Siklosporin A'nın neden olduğu histopatolojik değişiklikleri azaltabileceği histolojik boyama yöntemi ile gösterilmiştir. Sonuç olarak biyokimyasal ve histopatolojik bulgular, bir antioksidan olan erdosteinin siklosporin uygulanarak oluşturulan testis hasarına karşı koruyucu etkisini desteklemektedir.
  • Öğe
    Köpeklerden izole edilen enterokok türlerinde antimikrobiyal direnç ve virulans genlerinin belirlenmesi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2017) Boyar, Yılmaz; Aslantaş, Özkan
    Antimikrobiyal dirençli enterokokların hayvanlardan insanlara geçtiği ve nozokomiyal enfeksiyonların önde gelen nedenleri arasında yer aldıkları bilinmektedir. Bu nedenle, farklı hayvan türlerinde antimikrobiyal direncin sürekli olarak izlenmesi hem hayvan hem de insan sağlığı için önemlidir. Bu çalışmada, köpeklerden alınan 125 rektal sıvab örneğinden izole edilen 107 enterokok suşunun antimikrobiyal direnç profilleri, dirence aracılık eden mekanizmalar ve virülans özelliklerinin araştırılması amaçlandı. En yüksek direnç oranı tetrasikline (%65.4) karşı belirlenirken, siprofloksasin (%19.6), eritromisin (%19.6), kloramfenikol (%8.4) ve ampisiline (%3.7) ise değişen oranlarda direnç belirlendi. Onüç (%12.1) enterokok suşunda çoğul direnç fenotipi (MDR) görüldü. Tetrasiklin dirençli izolatlarda tetM geni ağırlıklı olarak saptandı. Eritromisin dirençli 22 izolatın 18'inin ermB geni taşıdığı tespit edildi. İzolatlar arasında ccf (%54.2), efaAfs (% 52.3), cpd (%45.8) ve jelE (%44.9) virulens genleri sıklıkla belirlendi. Bu sonuçlar köpeklerden izole edilen enterokok suşlarında yüksek düzeyde antimikrobiyal direncin ve virülans genlerinin mevcut olduğunu ve potansiyel bir halk sağlığı sorunu olduğunu ortaya koymaktadır.
  • Öğe
    İllegal alkollü içecek ve ceviz tüketiminin karaciğer dokusu ve karaciğer fonksiyon testleri üzerine etkisi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2014) Öztürk, Şahin; Yönden, Zafer
    Bu çalışmada; Çukurova bölgesinde çok sık tüketilen ve önemli derecede toksikasyonlara neden olan İllegal alkollü içeceğin (Boğma Rakı) karaciğer dokusu üzerine etkisi araştırılmıştır. Aynı zamanda omega-3 içeriğinden zengin ve vücut için eser elementleri barındıran Ceviz'in boğma rakı ile birlikte tüketildiğinde karaciğer dokusunda ne gibi değişikliklere neden olduğu incelenmiştir. Deneylerde, 250±20 g ağırlığında 48 adet wistar albino rat kullanılmıştır. Hayvanlar rastgele seçilerek 4 gruba ayrılmıştır. Gruplar: Kontrol grubu (n=12), boğma rakı grubu (n=12), ceviz grubu (n=12) ve boğma rakı+ceviz grubu (n=12) olarak dizayn edilmiştir. Ratlara 4 hafta boyunca bulunduğu gruba göre ceviz ve/veya boğma rakı verilmiştir. Bu sürenin sonunda ratlar, kalplerinden kan alınarak sakrifiye edilmiş ve karaciğerleri çıkartılarak biyokimyasal analizler için soğuk zincir altında -80 ºC' ye kaldırılmıştır. Karaciğer dokusundan lipid peroksidasyon ürünü olanmalondialdehit (MDA) ile antioksidan enzimlerden süperoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT) ve glutatyon peroksidaz (GSH-Px) spektrofotometrik olarak ölçülmüştür. Karaciğer enzimlerinden aspartate aminotransferaz (AST) ve alanin aminotransferaz (ALT) enzim seviyeleri tespit edilmiştir. Elde edilen bulgulara göre deneysel çalışmada boğma rakı verilen ratların karaciğer dokusundaki MDA seviyelerinde kontrol grubuna göre anlamlı artış, CAT, SOD ve GSH-Px aktivitelerinde ise anlamlı bir azalma olmuştur. Yine karaciğer enzimleri olan ALT ve AST aktivitelerinde kontrol grubuna göre anlamlı artış gözlenmiştir. Ceviz grubunda, kontrol grubuna göre ölçülen parametrelerde herhangi bir değişkenlik izlenmemiştir. Ceviz ile boğma rakının birlikte verildiğinde MDA seviyesinde boğma rakı grubuna göre daha fazla artış, SOD aktivitesinde ise boğma rakı grubuna göre anlamlı bir azalış görülmüştür. Sonuç olarak, ceviz kullanımının, boğma rakının etkisiyle oluşan lipit peroksidayonundaki artışı ve prooksidan antioksidan dengedeki bozukluğu düzeltmediği, aksine ceviz ve boğma rakının birlikte tüketiminin bu dengenin daha da bozulmasına yol açtığı tespit edilmiştir.
  • Öğe
    Metallo beta laktamaz üreten acinetobacter kökenlerinde meropenem amikasin kombinasyonunun etkinliğinin araştırılması
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2013) Esatoğlu, Mehmet; Özer, Burçin
    Nozokomiyal infeksiyonlara sebep olan türler arasında ilk sıralarda yer alan Acinetobacter türlerine karşı kullanılan antimikrobiyal ajanların tedavideki yetersizliği, klinisyenleri, sinerji gösteren antibiyotik kombinasyonu kullanımına yönlendirmektedir. Bu çalışmada, Mustafa Kemal Üniversitesi Hastanesi Mikrobiyoloji Laboratuvarına çeşitli bölümlerden gönderilen klinik örneklerden izole edilen metallo beta laktamaz (MBL) üreten Acinetobacter kökenlerinde meropenem ve amikasin kombinasyonunun etkinliğinin araştırılması amaçlanmıştır. Kökenlerdeki MBL varlığı E test yöntemiyle araştırıldı. MBL pozitif ve negatif 50?şer köken çalışmaya dahil edildi. Meropenem amikasin kombinasyon aktivitesi MBL pozitif 50 kökende E test ve dama tahtası yöntemiyle, MBL negatif 50 kökende ise dama tahtası yöntemiyle araştırıldı. Kökenlerin Vitek 2 otomatize sistemle belirlenen antimikrobiyal duyarlılıklarına göre 50 MBL pozitif kökenin %94?ünün meropeneme, %88?inin imipeneme, %40?ının amikasine dirençli olduğu tespit edildi. 50 MBL negatif kökenin ise direnç oranları meropenem için %60, imipenem için %54, amikasin için %46 olarak saptandı. E test yöntemiyle 50 MBL pozitif kökenin %76?sında aditif/indiferan, %14?ünde sinerjistik, %10?unda antagonist etkileşim saptandı. Dama tahtası yöntemiyle 50 MBL pozitif kökende %74 aditif/indiferan, %26 sinerjik ve 50 MBL negatif kökende %72 sinerjik, %28 aditif/indiferan etkileşim tespit edilmiş olup MBL pozitif ve negatif hiçbir kökende antagonist etkileşim saptanmadı. MBL pozitif kökenlerde her iki yöntem sonuçları arasında fark bulunmayarak, test sonuçları uyumlu bulundu. MBL üreten kökenlerde her iki yöntemle tespit edilen ortalama %20 sinerjik etkileşim değerlendirildiğinde, bu kökenlerin oluşturduğu infeksiyonlara karşı uygulanan tedavide bu kombinasyonun bir tercih olmayacağı düşünüldü. MBL üretmeyen Acinetobacter türlerine karşı meropenem/amikasin kombinasyonuyla tespit edilen %72 oranındaki sinerjik etkileşim dikkate alındığında MBL negatif kökenlerde bu kombinasyonla tedavide iyi sonuçlar alınabileceği ancak daha ileri klinik çalışmalara ihtiyaç duyulduğu sonucuna ulaşıldı.
  • Öğe
    Adana yöresi atlarında Babesia equi ve Babesia caballinin yayılışının mikroskobik ve serolojik (ELİSA) yöntemlerle araştırılması
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2005) Kurt, Cemal; Yaman, Mehmet
    1. ÖZET T.C. MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ PARAZİTOLOJİ (VET.) ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ HATAY-2005 Cemal KURT Adana Yöresi Atlarında Babesia equi ve Babesia caballi'nin Yayılışının Mikroskobik ve Serolojik (ELİSA) Yöntemlerle Araştırılması Bu çalışma ile, 2004 yılı Haziran-Ekim ayları arasında Adana'nın 8 ilçesinden (Merkez- Yüreğir, Kozan, Feke, Saimbeyli, Aladağ, Pozantı, Karaisalı ve Ceyhan) rasgele seçilen farklı yaş gruplarındaki 120 erkek ve 100 dişi olmak üzere toplam 220 atta serolojik (cELİSA) ve mikroskobik yöntemlerle Babesia equi ve B. Caballi'nin tespiti ve bu türleri nakleden vektör kene türlerinin tespiti amaçlanmıştır. Çalışmanın materyalini atların kulak uçlarından ve vena jugularislerinden elde edilen kan örneklerinden hazırlanan froti ve serumlar oluşturmuştur. Sahada hazırlanan sürme kan frotileri metil alkolle tespit edildikten sonra Giemsa ile boyanmış ve mikroskopta B. equi ve B. caballi yönünden incelenmiştir. Ancak incelenen frotilerin hiçbirisinde B. equi ve B. caballi'nin piroplasın formlarına rastlanmamıştır. cELİSA İle yapılan serolojik muayenede, ileri yaş grubundaki atlarda daha fazla olmak üzere %56.8 oranında B. equi antikorları saptanmış, B. caballi antikorları ise tespit edilememiştir. Muayene edilen atların üzerinden toplanan kenelerin, babesiosisin bilinen vektörleri olan Hyalomma marginatum ve Rhipicephalus turanicus oldukları anlaşılmıştır. Sonuç olarak Adana yöresinde atlarda subklinik ve kronik Babesia enfeksiyonlarının yaygın olduğu ve portör atların belirlenmesinde serolojik testlerin mikroskobik yöntemlerden daha duyarlı olduğu anlaşılmıştır.
  • Öğe
    Deneysel olarak diyabet oluşturulan tavşanlarda çinkonun LİPİD peroksidasyonu ve antioksidan sisteme etkisi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2005) Düzgüner, Vesile; Kaya, Şule
    IV M.K.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü Fizyoloji (VET) Anabilim Dalı YÜKSEK LİSANS TEZİ/ HATAY-2005 Vesile DÜZGÜNER Danışman Doç Dr. Şule KAYA 1. ÖZET Deneysel Olarak Diyabet Oluşturulan Tavşanlarda Çinkonun Lipid Peroksidasyonu ve Antioksidan Sistem Üzerine Etkisi Bu çalışma, deneysel olarak diyabet oluşturulan tavşanlarda, içme suyuna çinko (Zn) ilave edilmesinin, lipid peroksidasyonuna ve bazı antioksidan enzimler üzerine etkilerini araştırmak amacıyla yapıldı. Bu amaçla, bir yaşlı, ortalama 2.5 kg ağırlığında, 45 adet erkek Yeni Zelanda tavşanı kullanıldı. Tavşanlar, kontrol, diyabet, diyabet + Zn olmak üzere rastgele 3 gruba ayrıldı. Diyabet ve diyabet + Zn grubundaki hayvanlara 80-90 mg kg"1 alloksan monohidrat enjekte edildi. Tüm tavşanlar, tavşan yemi ile ad-libitum olarak beslendi. İçme suyu olarak çeşme suyu verilirken,, diyabet + Zn grubundaki tavşanların içme sularına 3 aylık deneme süresi boyunca günde 150 mg L"1 Zn sülfat (ZnSC>4) eklendi. Deneme sonunda, bir gece öncesi aç bırakılan tavşanlardan alınan kan örneklerinden elde edilen plazmada, malondialdehid (MDA) ve seruloplazmin konsantrasyonları tespit edildi. Zn, demir (Fe), ve bakır (Cu) düzeyleri serumda ölçüldü. Ayrıca eritrosit hemolizatmda süperokside dismutaz (SOD), katalaz (CAT), glutatyon peroksidaz (GPx), ve tüm kanda glutatyon (OSH) analizleri yapıldı. Diyabetli gruplardaki yem ve su tüketiminin, sağlıklı tavşanlarınkinden daha fazla olduğu (p<0.05) gözlendi. Sadece diyabetli gruptaki tavşanların beden ağırlıklarının, kontrol grubundakilerden daha az olduğu belirlendi. Deneme boyunca ölçülen açlık kanV glikozunun ortalama değeri, diyabetli gruplarda kontrol grubundaki verilere göre yüksek bulundu. Lipid peroksidasyonunun bir göstergesi olan plazma MDA düzeyinin, diyabet grubunda diğer gruplarda ölçülen düzeylerden daha fazla olduğu tespit edildi (p<0.01). Bununla birlikte antioksidanlardan SOD, CAT, GSH, GPx ve seruloplazrninin diyabet grubundaki tavşanlarda, diyabetin etkisiyle azaldığı (p<0.01), Zn verilen diyabetli tavşanlardâki düzeylerinin ise kontrol grubundan farklı olmadığı anlaşıldı. Serum Zn düzeyinin, Zn verilen diyabetli tavşanlarda, kontrol grubunda ölçülen Zn düzeylerine benzer olduğu (p>0.05), diyabet grubunda ise diğer gruplara göre azaldığı (p<0.01) görüldü. Fe ve Cu'ın serumdaki düzeyleri açısından gruplar arasında istatistiksel bir fark bulunamadı. Sonuç olarak; diyabetli tavşanların sularına günlük olarak Zn ilave edilmesi (150 mg L"1), lipid peroksidasyonunu azaltırken, antioksidan enzimleri ve serulopl azmini arttırdı. Bu nedenle, diyabetlilerde oral Zn uygulamasının oksidatif stresin meydana getirdiği olumsuz etkileri azaltabileceği kanaatine varıldı.
  • Öğe
    Pullu sazan (Cyprinus carpio L. 1758) spermasının dondurulmasında kullanılan farklı sulandırıcı ve kriyoprotektanların fertilizasyon üzerine etkisi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2012) Sivaslıgil, Buğra; Karaca, Fikret; Bozkurt, Yusuf
    Araştırmada, pullu sazan (Cyprinus carpio L. 1758) spermasının farklı sulandırıcı ve kriyoprotektan içeren sulandırma solüsyonları ile sulandırılması ve dondurulması amaçlandı. Çalışmada, 3 yaş ve üzeri 11 adet erkek ve 5 adet dişi damızlık balık kullanıldı. Balıklardan sperma abdominal masaj yöntemi ile alındı. Alınan ejekulatlarda ortalama sperma miktarı, spermatozoa motilitesi (%), spermatozoa canlılık süresi (s), spermatozoa yoğunluğu (x109 /ml) ve pH değerleri sırasıyla 14.23 ±22.16, 82 ±7.27, 575.36 ±624.63, 11.5 ± 3 x109 ve 7.7 ±0.4 olarak tespit edildi. Motilite tayininde spermatozoa aktivasyonu için % 0.3'lük NaCl solüsyonu kullanıldı. Spermanın sulandırılması için Sulandırıcı I (75 mmol/l NaCl, 70 mmol/l KCl, 2 mmol/l CaCl2, 1 mmol/l MgSO4, 20 mmol/l Tris), Sulandırıcı II (350 mM glukoz, 30 mM Tris) ve Sulandırıcı III (300 mM glukoz, %10 yumurta sarısı) olarak tanımlanan üç farklı sulandırma solüsyonu hazırlandı. Her sulandırma solüsyonuna %10 oranlarında DMSO, DMA ve Gliserol olmak üzere üç farklı kryoprotektan ilave edilerek 9 farklı sulandırıcı kriyoprotektan kompozisyonu elde edildi. Spermalar 1:3 oranında sulandırıldıktan sonra 0.25 ml'lik payetlere çekilerek sıvı azot buharında donduruldu. Dondurulan payetler sıvı azot içinde -196 °C'de saklandı. Payetlerin çözdürme işlemi 30 °C'deki su banyosunda 20 saniyede gerçekleştirildi.Gruplarda ekulibrasyon sonrası motilite oranlarının karşılaştırılmasında Sulandırıcı I ile Sulandırıcı II ve Sulandırıcı I ile Sulandırıcı III arasındaki farklılıkların önemli (P<0.001) olduğu belirlendi. Ekulibrasyon sonrası motilite oranı üzerine kriyoprotektanların etkisinin bulunduğu, Sulandırıcı I ve Sulandırıcı III e ilave edilen DMSO ile DMA (P<0.01) ve Gliserol (P<0.001) arasındaki farklılıkların önemli olduğu tespit edildi. Dondurma çözdürme sonrası spermatozoa motilitesi üzerine sulandırıcıların etkisisinin bulunduğu, Sulandırıcı I ile Sulandırıcı III arasında farklılığın önemli olduğu (P<0.05), ancak bu farklılığın oluşumunda kriyoprotektanların ya da sulandırıcı ile birlikte kriyoprotektanların etkisinin bulunmadığı gözlendi (P>0.05). Ortalama canlılık süresi en yüksek Sulandırıcı II DMSO grubunda (106.67 ±43.33 s), en düşük ise Sulandırıcı I DMA grubunda (31.66 ±9.27 s) elde edildi. Ancak, spermatozoa canlılık süreleri açısından gruplar arasında farklılığın önemli olmadığı tespit edildi (P>0.05). Tüm gruplarda fertilizasyon oranları oldukça yüksek olmasına karşın, Sulandırıcı I ile Sulandırıcı II ve Sulandırıcı I ile Sulandırıcı III arasında farklılıkların önemli olduğu gözlendi (P<0.01). Ancak bu farklılığın oluşumunda kriyoprotektanların ya da sulandırıcı ile birlikte kriyoprotektanların etkisinin bulunmadığı gözlendi (P>0.05).Sonuç olarak, üç farklı sulandırıcı ve kriyoprotektan içeren sulandırma solüsyonları ile sulandırılıp dondurulan pullu sazan sperması ile yapılan fertilizasyon işlemlerinde tüm deneme gruplarında fertilizasyon oranı oldukça yüksekdi. En yüksek fertilizasyon oranı sulandırıcı II DMA grubunda (99.66 ±0.33), en düşük fertilizasyon oranı ise sulandırıcı I DMSO grubunda (96.00 ±1.00) elde edildi.
  • Öğe
    Antakya yöresinde insanlarda ELISA yöbtemi ile Toxoplasma gondiinin seroprevalansı
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2005) Canpolat, Asutay; Kaya, Galip
    vıı Mustafa Kemal Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Parazitoloji (Vet) Anabilim Dalı YÜKSEK LİSANS/ HATAY-2005 Asutay CANPOLAT Danışman Yrd. Doç. Dr. Galip KAYA 1. ÖZET Antakya Yöresinde İnsanlarda ELISA Yöntemi ile Toxoplasma gondü'nin Seroprevalansı Toxoplasma gondii, çeşitli ülkelerde ve Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde farklı oranlarda seropozitivite göstermekte olan zoonotik karakterli bir hücre içi parazittir. Asıl konağı olan kedilerde asemptomatik bir seyir gösteren Toxoplasma gondii, arakonak formunda insanlar dahil tüm memelileri ve kuşları enfekte edebilmektedir. Bu canlılarda çok ciddi problemlere yol açan Toxoplasma gondii enfeksiyonunun varlığı, Antakya yöresinde risk altında bulunan değişik yaş gruplarındaki kişilerde ELISA yöntemiyle araştırılmıştır. Ayrıca serumları alman kişilere uygulanan anket çalışması ile kişilerin diyet alışkanlıklarına, yerleşim yerlerine, içme suyunun temin şekillerine ve hayvanlarla temaslarına göre dağılımları incelenmiştir. Veriler SPSS istatistik programında Ki-Kare testi ile analiz edilmiştir. Bu amaçla, Mustafa Kemal Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi'ne çeşitli şikayetler ile gelen, yaşlan 0-55 arasında değişen rasgele seçilmiş 328 kişi alınmıştır. Bu kişilerden 113'ü (% 34.5) erkek, 215'ü (% 65.5) kadındır. Kişilerin yaş gruplarına göre dağılımı incelendiğinde 1-7 arası 46 (% 14.0) kişi, 8-19 arası 30 (% 9.1) kişi, 20-30 arası 90 (% 27.4) kişi, 31-40 arası 89 (% 27.1) kişi, 41-55 arası ise 73 (% 22.3) kişi bulunmaktadır.vıu Toxoplasma gondii'ye karşı oluşan antikorlar incelendiğinde 137 (% 41.77) kişide IgG, 9 (% 2.74) kişide ise IgM pozitif olarak bulunmuştur. Tüm yaş grupları değerlendirildiğinde, yetişkin yaşta IgG seropozitifliğinin çocukluk çağma göre artış gösterdiği tespit edilmiştir (p<0.05). Toxoplasma gondii seropozitivitesi diyet alışkanlığına göre incelendiğinde; çiğ et, süt, yumurta ve çiğ köfte tüketen 150 kişinin 72' sinde (% 48.00) IgG pozitiftir. Tüketmeyen 178 kişinin 65' inde (% 36.52) IgG pozitif bulunmuştur. Immunoglobulin G seropozitifliği çiğ et, süt, yumurta ve çiğ köfte tüketenlerde istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). İçme ve kullanma suyunun temin şekline göre, şehir suyu kullanan 314 kişin 7'sinde (% 2.22) IgM pozitif, kaynak suyu kullanan 14 kişinin 2'sinde (% 14.68) IgM pozitif bulunmuştur. Kaynak suyu kullananlardaki IgM seropozitifliği istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p< 0.05).
  • Öğe
    Akdağmadeni bölgesi toprak, bitki, koyun kan ve yün örneklerinde bazı esansiyel ve toksit element düzeylerinin saptanması
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2005) Vıcıl, Sinan; Erdoğan, Suat
    T.C. MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ BİYOKİMYA (VET) ANABİLİM DALI Akdağmadeni Bölgesi Toprak, Bitki, Koyun Kan ve Yün Örneklerinde Bazı Esansiyel ve Toksik Element Düzeylerinin Saptanması YÜKSEK LİSANS TEZİ Sinan VICIL Danışman Doç. Dr. Suat ERDOĞAN 1. ÖZET Bu araştırmanın amacını, kurşun-çinko maden ocaklarının işletildiği Akdağmadeni (Yozgat) yöresinde toprak, bitki örtüsü ve koyunlarda bazı esansiyel ve toksik element düzeylerinin belirlenmesi oluşturmuştur. Bu amaçla, 2004 yılı yaz mevsiminde maden ocağına yakın (3 km) ve uzak iki farklı (10-20 km) yörede mera şartlarında yetiştirilen Akkaraman ırkı (1-4 yaş, ??=86) sağlıklı koyunlardan kan ve yün örnekleri ile aynı yörelere ait toprak ve bitki numuneleri alındı. Hayvanlara ait serumlar ve yün ile toprak ve bitki örneklerinde bakır (Cu), çinko (Zn), kobalt (Co), magnezyum (Mg), demir (Fe), kadmiyum (Cd), krom (Cr) ve kurşun (Pb) düzeyleri endüktif olarak eşleşmiş plazma-atomik emisyon spektrometrede (ICP-AES) belirlendi. Merkez, Arşlardı ve Özer yöreleri koyunlarına ait serum örneklerinde analizi yapılan esansiyel ve ağır metal düzeyleri normal seviyelerdedir. Bitki, toprak ve yün kurşun ve Zn konsantrasyonları maden ocağı ve zenginleştirme tesisleri çevresinde en yüksek düzeyde bulunmaktadır. Ancak, tesislere uzak olmakla birlikte Arslanlı yöresi topraklan Pb ve Zn içeriği yüksek düzeylerdedir. Ancak, tüm yöre örneklerinde ağır Pb ve Zn seviyeleri toksikasyon sınırlan altındadır. VIAkdağmadeni yöresinde mera ortamlarında yetiştirilen koyunlarda Zn, Cu, Co, Mg, Fe ve Cr normal düzeylerde bulunduğu saptandı. Yörede işletilmekte olan maden ocaklarının şimdilik hayvanlarda Pb ve Cd gibi ağır metaller yönünden toksikasyon riski oluşturmadığı, ancak işletmeye yakın yöre toprak ve bitkilerinin diğer alanlara göre daha yüksek düzeylerde Pb içermektedir. Anahtar sözcükler: Akdağmadeni, ağır metal, bitki,çevre kirliliği kirlenme, esansiyel element, koyun, maden, toprak, VII
  • Öğe
    Gıda kaynaklı escherichia coli kökenlerinde toksin genlerinin multiplex PCR yöntemiyle araştırılması
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2013) Önlen, Cansu; Duran, Nizami
    Escherichia coli (E. coli) O157:H7 önemli bir insan patojenidir. Shiga toksin (stx1 ve stx2) ve enterohemolizin (hlyA) üreten E.coli hayvansal kaynaklı gıdaların kontaminasyonu ile ortaya çıkan önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. Bu çalışmada Hatay?da faaliyet gösteren lokantalardan alınan salata örneklerinde E.coli O157:H7 frekansı ile bu suşlarda stx1 ve stx2 toksin varlığının multipleks PCR yöntemiyle araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya 327 salata örneği dahil edildi. Mikrobiyolojik değerlendirme Türk Gıda kodeksi Mikrobiyolojik Kriterlerine uygun olarak yapıldı. Sınır değerin üzerinde E.coli izolasyonu yapılan örneklerde DNA izolasyonu yapıldı. Çalışmada 150 E.coli izolatında ait karakteristik virulans genlerinin (stx1, stx2, hlyA) varlığı multipleks PCR yöntemiyle araştırıldı. Ayrıca E.coli O157:H7 olarak tespit edilen tüm izolatlarda eritromisin, ampisilin, gentamisin, sefuroksim, streptomisin, tetrasiklin, sefoperazon, siprofloksasin ve streptomisin duyarlılıkları CLSI kriterleri doğrultusunda disk difüzyon yöntemiyle araştırıldı. Çalışmaya dahil edilen 327 salata örneğinde 150 (%45.8)?sinde E. coli izolatı saptanmıştır. Bu 150 izolatın32 (%21.3)'sinde multipleks PCR yöntemi ile hly-A geni varlığı tespit edilmiştir. Bu 32 hly-A pozitif izolattan 5 (%15.6)?inin stx2, 2 (%6.3)?sinin stx1 ve 1 (%3.1) izolatın ise hem stx1 hem de stx2 geni açısından pozitif olduğu tespit edilmiştir. Otuz iki E.coli O157:H7 suşunun tamamının eritromisine dirençli olduğu tespit edilmiştir. Eritromisin dışında en yüksek direncin ampisiline karşı (%68.8; 22/32) görüldüğü tespit edilirken, sefuroksim, siprofloksasin ve sefaperazonda antimikrobiyal direnç tespit edilememiştir.Tüm kökenlerin bu üç antibiyotiğe (sefuroksim, siprofloksasin ve sefaperazon) karşı duyarlı oldukları saptanmıştır. Bunlar dışında streptomisin gentamisine ve tetrasiklinlere karşı antimikrobiyal direncin sırasıyla %15.6 (5/32), %6.3 (2/32) ve %3.1 (1/32) olduğu tespit edilmiştir. Sonuçlarımız ilimizdeki lokantalardan alınan salata örneklerinden izole edilen E.coli suşlarının stx1, stx2 ve hlyA gibi önemli virulans genlerine sahip olduğunu göstermiştir. Restoranlarda tüketilen salataların sağlık açısından potansiyel bir tehlike oluşturabileceği görülmektedir. Gıda kaynaklı E.coli O157:H7 enfeksiyonlarının önüne geçmek için salatalık malzemelerinin yıkanması ve hazırlanması hususunda yıkanma ve hijyen kurallarına uyulması önem arz etmektedir.
  • Öğe
    Kıvırcık koyunlarda koroner arterler üzerine makroanatomik bir çalışma
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2005) Doğruer, Azime; Özmen, Erdal
    II 1.ÖZET M.K.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü Anatomi (VET) Anabilim Dalı YÜKSEK LİSANS TEZİ /HATAY-2005 Azime DOĞRUER Danışman Yrd. Doç. Dr. Erdal ÖZMEN Kıvırcık Koyunlarında Koroner Arterler Üzerine Makroanatomik Bir Çalışma Kıvırcık koyununun coroner arterlerinin anatomik özelliklerinin ortaya konulması amaçlandı. Çalışmada değişik yaş ve cinsiyette 14 adet Kıvırcık koyun kalbi kullanıldı. Coroner damar içine renklendirilmiş latex enjekte edilerek damarlar dolduruldu. Diseksiyonu yapılan kalpler değerlendirilip fotoğrafları çekildi. Terminolojide Nomina Anatomica Veterinaria (1992) kullanıldı. Kıvrak koyununda, kalbin arteriyel vascularizasyonunun, aorta'nın başlangıcı seviyesinden orijinlenen a. coronaria dextra ve a. coronaria sinistra tarafından sağlandığı gözlendi. A. coronaria dextra'nın ve dallarının seyri esnasında verdiği septal dalların, a. coronaria sinistra'nın ve dallarının seyri esnasında verdiği septal dallara kıyasla daha az sayıda ve daha ince olduğu gözlendi.Ill A. coronaria dextra'nın iki numunede orijininden sonra iki dala ayrıldığı belirlendi. A. coronaria dextra'nin dallarından s. coronarius dexter'e yönelen dal atrial dallan verirken, distale yönelen dalın, ventricular dallan verdiği tespit edildi. R. distalis atrii dextri üç numunede tespit edilemedi. R. marginis ventricularis dextri ile r. distalis ventriculi dextri'nin altı numunede ortak bir kök ile orijinlendikleri belirlendi. A. coronaria sinistra'nın beş numunede r. interventricularis paraconalis ve r. circumflexus sinister'e ayrıldığı; bu iki dala ilave olarak, altı numunede, r. proximalis atrii sinistri, iki numunede r. septalis ve r. proximalis atrii sinistri, bir numunede r. proximalis atrii sinistri, r. intermedius atrii sinistri ve r. septalis'i verdiği gözlendi R. proximalis ventriculi sinistri ile r. marginis ventricularis sinistri'inin iki numunede ortak kökten orijinlendiği gözlendi. R. distalis ventriculi sinistri'nin de iki numunede, iki ayrı kök olarak orijinlendiği tespit edildi. R. collateralis sinister proximalis ile r. collateralis sinister distalis'in bir numunede ortak kökten ayrıldığı görüldü. R. interventricularis subsinuosus'un r. circumflexus sinister'in devamı niteliğinde olduğu gözlendi. Sonuç olarak yerli ırkımız olan Kıvırcık koyununun koroner damarlarının anatomik özelliklerinin belirlendiği bu çalışma daha sonra yapılacak olan klinik ve anatomik çalışmalara ışık tutacaktır. Koyun kalbi ile insan kalbinin benzer anatomik özellikleri nedeniyle insan hekimliğinde de yapılabilecek çalışmalarda yararlanılabileceği kanısındayız.
  • Öğe
    Otitis media'lı hastalarda etken mikroorganizmalar ve direnç paternleri
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2013) Mullaoğlu, Hayat Aslan; Duran, Nizami
    Kronik otitis media (KSOM) timpanik membranın bozulduğu, akıntıyla seyreden mastoid mukoza ve orta kulağın kronik inflamasyonudur. KSOM, önemli bir morbidite sebebi olup gelişmekte ve gelişmiş ülkelerde farklı ırk ve kültürel grupları etkileyen en yaygın kronik infeksiyöz hastalıklarından biridir. Bu çalışmaya yaşları 5-83 arasında değişen kronik otitis media tanılı 122 hasta dahil edilmiştir. Çalışmaya dahil edilen 122 hastadan alınan örneklerden %24.6 (30/122)?sında Stafilokok cinsi (21(%70) S.aureus, 9 (%30) KNS) tespit edilirken, %24.6 (30/122)?sında da P.aeruginosa izole edilmiştir. Toplam 30 stafilokok 30 (%100)?ununda da mecA geni açısından pozitif olduğu tespit edilirken, kökenlerin 6 (%20)?sında sea, 4 (%13.33)?ünde seb, 2 (%6.67)?sinde see, 17 (%56.67)?sinde seg, 20 (66.67)?sinde seh, 19 (%63.33)?unda sei genlerinin varlığı tespit edildi. Ayrıca, 21 S.aureus izolatının 17 (%81.0)?sinin pvl (panton valentine leukocidin) geni açısından pozitif olduğu tespit edilmiştir. Çalışmada S.aureus kökenleri arasında etaA, fem A, femB ve tsst genleri negatif bulunurken, hem S.aureus hem de KNS kökenleri arasında sec, sed ve sej genlerine rastlanmamıştır. P.aeruginosa kökenleri arasında ise tetK geni varlığı %96.7 oranında tespit edilirken, tetM geni varlığı ise kökenlerin %76.7?sinde tespit edilmiştir. 30 P. aeruginosa izolatının %70?inde ise ampC geni pozitif olarak bulunmuştur. Srafilokoklarda penisiline karşı %93.3 (28/30), eritromisin ve gentamisine karşı %60.0 (18/30), rifampine karşı %53.3 (16/30), siprofloksasine karşı 46.7 (14/30), oksasilin ve klindamisine karşı %43.3 (13/30) oranında direnç saptanırken, suşların tamamının vankomisine karşı duyarlı oldukları belirlenmiştir. Çalışmada tüm suşların PZR yöntemi ile mecA geni taşıdığı tespit edilmesine rağmen, fenotipik olarak 13 (%46.7) izolatın oksasiline dirençli olduğu tespit edilmiştir. P. aeruginosa suşlarında ise en yüksek direnç (%90) tetrasikline karşı, en düşük direnç ise imipeneme karşı bulunmuştur. İlaç direnç tespitinde spesifite ve sensitivite açısından duyarlı yöntemler tercih edilmelidir. Hızlı ve doğruluğu yüksek testlerle direnç oranları araştırılmalıdır.
  • Öğe
    Etanol uygulamasının böbrek dokusunda oluşturduğu hasar ve bu hasara karşı Omega-3 yağ asitlerinin koruyucu etkisinin incelenmesi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2011) Okuyan, Hamza Malik; Nacar, Ahmet; Yıldırım, Ayşe
    Çalışmada, etanolün böbrek dokusunda oluşturduğu hasar ve bu hasara karşı omega-3 yağ asitlerinin koruyucu etkisi histolojik metotlarla incelenmiştir.Deneylerde, 250±20 ağırlığında 56 adet wistar albino erkek erişkin sıçan kullanıldı. Deney hayvanları rastgele 8 gruba ayrıldı. Gruplar; akut kontrol grubu (n=7), akut omega-3 grubu (n=7), akut etanol grubu (n=7), akut etanol + omega-3 grubu (n=7), kronik kontrol grubu (n=7), kronik omega-3 grubu (n=7), kronik etanol grubu (n=7) ve kronik etanol + omega-3 grubudur (n=7). Serum fizyolojik, etanol (3 g/kg/gün) ve omega-3 yağ asidi (400 mg/kg/gün) akut gruplara 3 gün kronik gruplara ise 15 gün boyunca oral yolla uygulandı. Deneylerin sonunda böbrek dokuları ışık mikroskobik inceleme için çıkarıldı.Böbrek dokularının fiksasyonu %10 tamponlanmış nötral formaldehit ile yapıldıktan sonra rutin histolojik teknikler uygulandı ve dokular Hematoksilen-Eosin (H&E) ve Periodik Asit-Schiff (PAS) boyama metoduyla görüntülendi. Rastgele sistematik örnekleme yapıldıktan sonra preparatlar skorlama yapılarak değerlendirildi. Bowman aralığının değerlendirilmesinde ise her gruptan 100 farklı böbrek cisimciği ölçüm yapılarak incelendi. Yapılan bu incelemeler one way ANOVA ile değerlendirildi.Elde edilen bulgulara göre; kronik etanol grubu dokularında konjesyon, Bowman aralığında daralma, hiperselülerite, tübül hasarı, glomerül hasarı ve vakuolizasyon histopatolojik bulguları tespit edildi. Kronik etanol+omega-3 grubunda ise histopatolojik bulgular azalmıştı. Akut gruplarda belirgin bir histopatolojik değişiklik yoktu. Histolojik incelemeler istatistiksel sonuçlar ile uyumluydu.Sonuç olarak omega-3 yağ asitlerinin etanolün oluşturduğu nefrotoksisiteyi önlediği tespit edildi.
  • Öğe
    Esansiyel yağ ve/veya humatın yüksek çevre sıcaklığında beslenen etçi piliçlerde performans ve karkas özelliklerine etkisi
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2007) Bozkurt, Ahmet Sarper; Aksu, Taylan
    Bu araştırmada, yüksek çevre sıcaklığında etçi piliç karma yemlerine katılan esansiyel yağ karışımı ve/veya humatın, besi performansı ve bazı karkas değerlerine etkilerinin, flavomycine göre karşılaştırılması amaçlandı. Araştırmada 200 adet Ross ırkı erkek ve dişi etlik piliç kullanıldı. Civcivler, her birinde 40 hayvan bulunan 4'er alt gruplu 5 gruba ayrıldı. Araştırmada kullanılan başlangıç ve bitirme yemlerine, 3'er günlük periyotlar halinde antibiyotik, esansiyel yağ karışımı (Fitococci) ve humat, sırası ile 250 g/ton, 1kg/ton ve 1.5 kg/ton miktarlarında katılarak; antibitokli grup (A), esansiyel yağ karışımlı grup (EY), humatlı grup (H) oluşturuldu. Ayrıca, esansiyel yağ ve humat karışımının sinerjik etkisinin belirlenmesi için de, bu katkıların tek başlarına kullanılan miktarları birlikte katılarak, esansiyel yağ + humat kombinasyonlu gruplar (EY+H) oluşturuldu. Araştırma sonunda dönemlere göre canlı ağırlık Kontrol, A, EY, EY+H ve H gruplarında sırasıyla, 1847.08, 1955.28, 1868.48, 1833.68 ve 1748.63 g olarak, antibiyotik katkılı grup lehinde istatistiksel olarak farklı bulundu (p<0.05). Gruplarda civciv başına yem tüketimi ve yemden yararlanma oranları aynı sırayla; 3460.80, 1.92; 3379.25, 1.77; 3468.53, 1.91; 3327.05, 1.86 ve 3434.10, 2.02 olarak belirlendi. Karkas özellikleri bakımından gruplar arasında istatistiksel bir farklılık olmamakla beraber, antibiyotik katkılı grubun but (427.50g), kanat (162.33g) ve sırt-göğüs (574.00g) ağırlıklarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Sonuç olarak, yüksek çevre sıcaklığında antibiyotiklere alternatif olarak kullanılma potansiyelleri araştırılan esansiyel yağlar veya humatın etçi piliçlerde performans ve karkas değerlerinde iyileştirici bir etkisi görülmemiştir.
  • Öğe
    Hücre içi cAMP regülasyonunun akciğer epitel hücrelerinde yangı ve oksidatif reaksiyonlar üzerine etkileri
    (Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 2012) Vıcıl, Sinan; Erdoğan, Suat
    ÖZETHücre İçi cAMP Regülasyonunun Akciğer Epitel HücrelerindeYangı ve Oksidatif Reaksiyonlar Üzerine Etkileriİnsan ve birçok hayvan türü için hayati öneme sahip olan solunum organı akciğerler, çeşitli bakteri, alerjen ve yangısal ajanlara doğrudan açık bir sistemdir. Gram negatif bakteriler akciğerlerin kronik hastalık sebepleri arasında ön sıralarda yer alır. Lipopolisakkarit (LPS) ise Gram negatif bakterilerin duvarında yer alan güçlü bir yangı oluşturucu yapısal elemanlarıdır. Lipopolisakkarid solunum yollarında epitel bariyer permeabilitesinde artış, enflamasyon ve oksidatif strese neden olarak önemli fonksiyonel sorunlar oluşturabilir. Bu araştırmanın amacı, bir prostasiklin analoğu olan beraprost sodyumun (BPS) akciğer epitel hücrelerinde (A549) LPS'in neden oluğu oksidatif stres ve yangı üzerine etkilerinin in vitro ortamda araştırılmasıdır. Hücrelerde viabilite değerlendirmeleri MTT testi ile nitrik oksit (NO), lipid peroksidasyon (MDA) ve glutatyon (GSH) düzeyi ile katalaz analizi spektrofotometrik yöntemle, sitokinlerin mRNA transkripsiyon düzeyleri gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (Real Time PCR) yöntemiyle gerçekleştirildi. Lipopolisakkarid uygulaması (1 ?g/ml, 24 saat) hücrelerde TNF-?, IL-1ß, IFN-? ve siklooksijenaz (COX-2) gen transkripsiyonlarını sırasıyla 8, 3, 16 ve 2 misli artırarak yangıya neden olduğu saptandı. Beraprost (10 ?M, 24 saat) uygulamasının ise bu artışları sırasıyla % 64, % 88, % 80 ve %32 oranlarında baskıladığı tespit edildi. Beraprost ayrıca, LPS'in neden olduğu NO üretimi, MDA artışı, GSH azalması ve katalaz aktivitesinde inhibisyon ile oksidatif strese neden olurken, BPS bu olumsuz etkileri belirgin düzeyde geri çevirdiği belirlendi. Elde edilen verilere göre, BPS gibi hücre içi ikincil haberci moleküllerden siklik adenozin monofosfat (cAMP) düzeyinin artışını sağlayan ekzojen prostasiklin analoglarının, solunum yollarında meydana gelen oksidatif stres ve yangının giderilmesinde önemli bir potansiyele sahip olabileceği sonucuna ulaşıldı.